En son ne zaman bir müzik albümünün çıkışını aylarca beklediniz? Ya da bir bilgisayar oyununun devamının geleceğini öğrendiğinizde geceleri hayalini kurarak uydunuz?

Bundan 2-3 sene kadar önce, yıllardır yeni çıkan bir albüm için heyecanlanmadığımı fark ettim. Eskiden böyle miydi? İlk defa Camel — Mirage albümünü dinlediğim günü hatırlıyorum. Ya da Dream Theater — Octavarium albümü için gün saydığımı, çıktığı gün müzik markete gidişimi, ilk dinlediğim andaki heyecanı unutamıyorum. Bu heyecanı sadece müzikte değil, oyunlarda, kitaplarda, filmlerde de yaşıyordum.

Peki ne değişti de bunu kaybettim? Belki büyüdüğüm içindi; yetişkinliğin getirdiği sorumluluk bu çocukça duyguları benden uzaklaştırmıştı. Belki de üretilen eserler eskisi kadar kaliteli değillerdi.

Yıllar sonra sebebini öğrendim: Bugün insanların büyük çoğunluğunun yaşadığı, adeta bir lanet gibi bizi bırakmayan bir durumdu bu. Her şeye erişimin çok kolay olması.

Yabancılar bu kavrama Instant Gratification diyor. İstediğin şeye anında ulaşabilme. Bugün bir film seyretmek istediğimizde  dakikalar içerisinde binlerce film arasından seçip anında seyredebiliyoruz. Bir albümü neredeyse hiç efor sarf etmeden anında dinleyebiliyoruz, ve bu anında ulaşım, o eserin zihnimizdeki değerini düşürüyor. Sabırsızlaşıyoruz. Bir müzik grubunun aylarca üzerinde çalıştığı bir albüm bizim için iki tane tık’a indirgeniyor. 1200 kişinin çalıştığı bir film projesi bir google araması kadar basitleşiyor.

Bu konunun gerçekten beni etkileyip etkilemediğini merak ettiğim için rutinlerimde bazı değişiklikler yapmaya karar verdim. Efor ya da para harcamadığım durumları tersine çevirmeye çalıştım. Instant Gratification’ın en bariz etkisini oyunlarda görüyordum. Steam’de indirimlerden 3-5 liraya aldığım oyunları hiç oynamadığımı fark ettim. Buna karşılık 300-400 lira verdiğim oyunları sonuna kadar, %100 tamamlamaya ulaşarak bitiriyordum.

İlk olarak indirimlerden oyun almayı bıraktım. Senede 8-10 oyun oynamaya başladım ancak aldığım keyif ciddi anlamda arttı.

Kitaplar için de, eğer kitapçıda bulabiliyorsam gidip dükkandan alıyorum (mümkünse butik kitapçılar). Bulamıyorsam Book Depository, Amazon gibi yerlerden sipariş veriyorum.

Müzik dinlerken de dijital servislerde yeni müzik dinlemeyi bıraktım. Sadece bildiğim, eskiden dinlediğim albümleri dinliyorum. Yeni müzik için İstanbul’daki bazı plakçıları geziyorum, ya da sevdiğim bir grubun yeni çıkacak bir albümüyse Amazon’dan sipariş veriyorum. O albüm gelene kadarki bekleyiş, geldiğinde duyduğum heyecan o eskiden yaşadıklarımla aynı. Albümü ilk defa, tamamen albüme odaklanarak dinlemek müthiş bir keyif. Elbette ayda 1-2 plak alabildiğimden aynı albüm günlerce, haftalarca dinleniyor. Her dinlemede yeni şeyler keşfediliyor, albümün değeri artıyor. Kod yazarken arkada çalarken çıkartamayacağınız anlamları çıkartıyorsunuz.

Oğlum 2 yaşına geldiğinden bu yana artık albümleri beraber dinliyoruz. Onun da bir esere verilen emeği anlamasını, bir şeye ulaşmak için emek harcanırsa o şeyden alınan hazzın artacağını bilmesini istiyorum. Bugünkü çocukların sabırsız olmasının sebeplerinden biri bu, her şeye anında erişebiliyorlar. Bu da onları hazımsız yapıyor. Bir şeyi elde etmek için emek harcamak gerektiğini bilmeliler.

Bütün bunları yapmak, mevcut konfordan uzaklaşmak zor oldu elbette. Fakat sonuçları görünce aynı şekilde devam ettim. Bugün bir çok şeyden eskisi gibi keyif alıyorum. Bir fincan kahve yapmam 15 dakika sürüyor. Çekirdeği bizzat gidip dükkandan alıyorum. Kendim öğütüyorum, suyu ocakta yavaş yavaş ısıtıyorum. Elle, kontrol ederek, ölçerek, sabırla demliyorum.

Haftada 3-4 defa kahve içiyorum, tadını çıkartarak, acele etmeden. O hafta almaya gidememişsem içmiyorum.

Hayat bu şekilde daha güzel.