<![CDATA[ Seyfeddin Başsaraç ]]> https://seyfedd.in/ https://seyfedd.in/favicon.png Seyfeddin Başsaraç https://ghost.seyfedd.in Thu, 28 Mar 2024 14:27:14 +0300 60 <![CDATA[ What 2023 will bring, for me and you / 2023'te neler planladım ]]> https://seyfedd.in/writing/what-2023-will-bring-for-me-you 63b555faf606216f0c34c89d Wed, 04 Jan 2023 13:36:42 +0300 Yazının Türkçesi alt kısımdadır

This is the first time I'm sending you an email. You're receiving this because you've subscribed to this list via seyfedd.in.

I've spent 2022 mostly in shadows. I've focused on my work only since it required a certain level of dedication. Juggling through many roles didn't leave much effort into making, reading, teaching and sharing. The only constant thing created was the Farklı Düşün podcast. We've released an episode every week for the entire year (86th episode released yesterday).

2023 will be different. I've left Appcircle last month and after a short period of relaxing and in that time I've planned a few new projects to release.

New Website

I redesign my website every two years. My last update was to move the site to Next.js framework. This enabled two things: I could put other content to my website such as videos and bookmarks. And the website got fast due to static serving.

Now I'm working on the next version which will have:

  • A brand new design, focusing on readability
  • A section that showcases all the large and interesting projects that I've worked on.
  • Sections on books and music I'm recommending
  • A redesign of the videos section that will include talks I've given, my youtube videos and my appearances on other channels.

I'll give you updates if you remain as a subscriber.

Speaking of updates:

Behind the Scenes

Some of my followers asked me to share more of my process when I'm designing or coding. I'll share these kinds of small updates on my Instagram profile. I'm also considering making livestreams to give an in-depth look at the app making process. Those will be on my YouTube channel.

YouTube Channel

I've started a new YouTube channel with a iOS Programming with SwiftUI series (Turkish). There are still a few videos to finish the series and they will be available this week and next week. Then the series will conclude.

Instead of making series, I'll focus on smaller videos (5-15 mins) to explain iOS Programming topics such as Unit Testing, Architecture, Patterns, etc.

I've decided to not make more videos in Turkish. Despite getting 30K views for my first video and 3000+ subscribers, the value provided to viewers would multiply if I made them in English. I'll try to add Turkish subtitles to my future videos.

macOS Development Course

Aside from YouTube, I'm preparing a curriculum for a paid macOS Development course. I've gathered many macOS programming books and tutorials to see how they approach teaching.

My course will start with the videos suited for a beginner (with no iOS development experience) and then build all the concepts required to become a capable macOS developer. It will be useful to both non iOS developers and iOS developers. I'll update you through this newsletter once I start shooting the first episode.

A new macOS app

I'm also working on a new macOS app. Features are decided and now I'm at the prototyping phase. I'll start sharing behind the scenes content very soon from my Instagram profile.

New Writing

I couldn't write anything last year. My only post published was the Podcast Nasıl Yapılır? article. For this year, I've planned a writing routine that I hope will make me write more. There are multiple topics that I want to write about. So wait for more articles about programming, product design and life in general.

This is my monthly report on things to come. I'll share more plans on the next month's issue.

May the year 2023 be a joyful and productive one! 🎉


Yazıyı İngilizce olarak görüp kapatmadınız umarım. Bültende kayıt olanlara ilk defa gidiyor, daha önceden kayıt olup da unuttuysanız sizden habersiz e-postanızı eklemedim.

2022 yılını çoğunlukla gölgede geçirdim diyebilirim. İşime odaklanıp paylaşmayı, okumayı ve anlatmayı ikinci plana bıraktım. Düzenli devam eden tek şey Farklı Düşün podcast'i oldu. Her hafta en az 1 bölüm yayınladık. En son da 86. bölüm yayınlandı.

2023 farklı olacak. Geçen ay işimden ayrıldım ve kısa bir dinlenmeden sonra planlamalara ve üretmeye başladım.

Yeni Websitem

Her iki yılda bir web sitemi yeniden inşa ediyorum. En sonuncusunda siteyi Next.js ile hazırlamıştım. Bu iki şeyi mümkün kıldı: Siteme videolar veya yer imleri gibi başka sayfalar ekleyebiliyordum. İkincisi de site artık statik olarak servis edildiği için çok daha hızlandı.

Şimdi yeniden kolları sıvadım. Yeni versiyonda planladıklarım:

  • Okunabilirliğe odaklanan yeni tasarım
  • Türkçe dil desteği (Türkçe ve İngilizce içerikleri de filtreleyebilme)
  • Geçmişte yaptığım işleri sergilediğim bir işler alanı
  • Tavsiye ettiğim kitap ve müziklere ait birer kısım
  • Yeniden düzenlenmiş videolar sayfası. Ürettiğim içeriklere ek olarak başka kanallarda konuk olduğum videolar ve sunumlarımı da listeleyeceğim.

Bültenden çıkmazsanız site yenilendiğinde haber vereceğim.

Haber vermek demişken:

Arka Planda Neler Oluyor?

Bazı takipçilerimden tasarım ve yazılım süreçlerimi daha sık paylaşmam konusunda bir rica geldi. Bu tarz minik güncellemeleri Instagram profilimde yayınlayacağım. Uygulama geliştirme süreçlerini daha detaylı ve uzun bir şekilde canlı yayın olarak da yapabilirim. Onlar da YouTube kanalımda olur.

YouTube Kanalı

2 sene önce SwiftUI ile iOS Programlama serisi ile başlayan bir YouTube kanalı açtım. Seriyi bitirmek için birkaç video kaldı. Bu hafta ve haftaya yayınlayıp bitirmeyi hedefliyorum.

Bundan sonra seri yapmak yerine, 5-15 dakikalık videolar halinde iOS programlamadaki (Unit Testing, Mimari, Pattern'ler gibi) konulara değinen videolar yapmak istyorum.

Yeni videolar Türkçe olmayacak. İlk videom 30 bin seyredilmiş ve kanalda 3000 abone olmasına rağmen videoları İngilizce yaparsam çok daha geniş bir kitleye yardımcı olacağını düşünüyorum. Ancak videolara Türkçe altyazı ekleyeceğim.

macOS Geliştirme Kursu

YouTube'un dışında, ücretli bir macOS Geliştirme kursu için müfredat hazırlıyorum. Çeşitli kitaplar ve tutorial'lar satın aldım, hepsinin yaklaşımını inceleyip bir müfredatı kabaca geliştirdim.

Hiç iOS geliştirme tecrübesi olmayanlar için başlayarak tüm konseptleri tek tek anlatarak öğrenciyi kendi macOS applerini yapacağı seviyeye getirecek bir kurs olacak. Hiç iOS geliştirmemiş ve halihazırda iOS geliştirenlere aynı anda hitap etmesini hedefliyorum. Çekimler başladığında farklı ortamlardan duyuracağım.

macOS Uygulaması

Yeni bir macOS uygulaması için planlama ve çizim yaptım. Özelliklere karar verdim ve prototipleme ile kullanışlığını ölçeceğim. Sonrasında geliştirme süreci başlayacak. Instagram profilimde süreçleri paylaşacağım.

Yeni Makaleler

Geçen yıl sadece Podcast Nasıl Yapılır? yazısını paylaşmışım. Bu yıl beni daha fazla yazmaya iteceğini umduğum bir yazı yazma rutini geliştirdim. Yazmak istediğim farklı konular var. Yani yakında programlama, tasarım ve hayatın geneli hakkında daha fazla yazı görebilirsiniz. Rutin başarılı olursa onunla ilgili de yazarım :)

Sunumlar

Bu yıl içerisinde yapmak istediğim 3 sunum hazırladım. Birincisi tasarımların yazılım ekibine aktarılması (Handoff) üzerine yaptığım sunumun güncellenmiş hali. Kanvas olarak Zeplin ile yakın zamanda bir etkinlik planlıyoruz, orada sunacağım. Kanvas'ın yeni etkinliklerinden haberdar olmak için Kommunity grubumuza üye olabilirsiniz. İkincisi ise Dijital Ürün Tasarımı zanaatı nereye evriliyor konulu bir sunum. Sunumda yapay zekadan bahsetmeyeceğim :) O da ne zaman yapılır belli değil.

Üçüncü sunumu ise 4 Mart 2023'te Devnot Mobil Konferansı'nda yapacağım. Bunun konusu da şimdilik Practical Testing in iOS Projects olacak ancak konu değişebilir.

Önümüzdeki aylarda planladığım projeleri paylaştığım ilk bültenin sonuna geldik. Önümüzdeki ayın bülteninde gelişmeler ve yeni planlarla görüşmek üzere.

Üretken ve mutlu bir 2023 yılı diliyorum. 🎉

]]>
<![CDATA[ Abstract: Tasarım Süreçleri Artık Çok Daha Hızlı! ]]> https://seyfedd.in/writing/abstract-tasarim-surecleri-artik-cok-hizli 5d2f3df88f97f95f56f463e1 Thu, 02 Aug 2018 18:14:56 +0300 Son yıllarda tasarımcı-yazılımcı arasındaki ilişkiyi kuvvetlendirmek ve tasarımcının hayatını kolaylaştırmak üzerine sürüyle çalışma var. Yıllar önce Sketch 2'nin çıkması ile birlikte başlayan bu hareket, Sketch'in eksik olduğu yerleri kapattığını ve daha iyi olduğunu iddia eden bir sürü yeni tasarım aracıyla devam ediyor. Yine de şimdilik Sketch bu konudaki liderliğini sürdürüyor.


Bu kadar yeni aracın icadının altında tek bir problem yatıyor: Yazılım ürünlerinin geliştirme süresinin uzun olması. Bu süreyi, kaliteyi bozmadan ne kadar kısaltabilirsek o kadar iyi.

Abstract böyle bir araç. Tasarımın fikir aşamasından, yazılıma dönüşmesine kadar tüm süreci yönetmenize yarıyor. Şimdilik sadece Mac ve Sketch ile yapılmış tasarımları Abstract ile yönetebiliyorsunuz. İleride yeni işletim sistemleri ve tasarım araçları da eklenecek.

Tam olarak ne işe yarıyor?

Abstract'in ne olduğunu anlatmadan önce mevcut problemlerden bahsedelim. Tasarım süreci başı ve sonu net şekilde belli olan bir süreç değil. Tasarım dosyaları sürekli değişiyor, revizeler geliyor, fikirler deneniyor. Müşteri ile çalışıyorsanız yaptıklarınızı sunuyor, ona göre geribildirim topluyorsunuz. Bunun sonucunda FinalTasarım-2-FINAL-FINAL.sketch gibi dosyalarla karşılaşabiliyorsunuz. Birkaç revizeden sonra artık dosya karmaşası başlıyor. Biz Abstract öncesi dosyalara versiyon ismi veriyorduk ProjeAdı-0.7.2.sketch gibi. 0.9.x sürümlerine gelince tonla değişiklik oluyor haliyle.

Yazılımda böyle bir durum söz konusu değil. Git gibi versiyon kontrol sistemleri mevcut. Git ile hem birden fazla yazılımcı aynı projede rahatça çalışabiliyor, hem de projenin versiyonlar arası geçişlerini kolayca yapabiliyorsunuz.

Abstract ana ekranı

Abstract Nedir?

Abstract'in ana özelliği ve çıkış noktası, Sketch dosyaları üzerinde versiyonlama yapmak ve birden fazla tasarımcının aynı dosya üzerinde çalışmasını sağlamak. Teknik tabirle Sketch dosyalarında git çalıştırmanızı yarayan bir araç. DIğer araçlardan ayrıldığı taraf  her versiyonu ayrı tutmak yerine, sadece değişikliklerin kaydını tutuyor. Bu sayede bilgisayarınızda çok daha az yer kaplıyor.

Mac appini indirdikten sonra, bir proje oluşturmanız gerekiyor. Projeyi oluşturduktan sonra ihtiyacınız olan, o projeye ait bir sketch dosyası. Abstract üzerinden yeni bir tane oluşturabilir, ya da halihazırda bilgisayarınızda duran bir sketch dosyasını ekleyebilirsiniz. Bir projede birden fazla dosya olabileceği gibi, Library olarak kullandığınız dosyaları da ekleyebilirsiniz.

Dosyayı ekledikten sonra Abstract üzerinden açmanız gerekiyor. Kendi klasörünüzde tuttuğunuz dosyayı değil, Abstract'in idare ettiği dosyalar üzerinden tüm geliştirmeleri yapacaksınız.

İlk aşama tamam. Abstract ilk verdiğiniz/oluşturduğunuz dosyayı master branchi olarak belirliyor. Branch nedir diyenler için projenin dalları diyebiliriz. Bir görselle anlatalım:

Master branch'inde tasarımların onaylanmış ve kesinleşmiş hali bulunuyor. Master'daki sketch dosyaları tasarımcılar tarafından güncellenemiyor. Bunun için yeni bir branch (alt dal) açmanız gerek. Diyelim ki ihtiyaçlara yeni bir özellik ya da ekran eklendi. Bunun için alt bir dal açıp bu özelliği orada tasarlamanız gerek. Özellik çok mu büyük? Branch'lerin altında da branch açılabiliyor.

Yeni bir branch açıp Open in Sketch butonuna basarak sketch'in bu dosyayı açmasını sağlıyoruz.

Sketch'te dosya isminde hangi branch olduğu yazıyor.

Bundan sonra normal tasarım sürecine devam ediyoruz. Rahatça dosyayı kaydedebiliriz. Sketch çökse bile dosyalarınız bilgisayarınızın diskinde duruyor. Tasarımda belli bir noktaya geldiğimizde(yeni bir ekran, gereksiz elemanların silinmesi, sembollerin düzeltilmesi, kararı sizde) Abstract'te projeye versiyon ekleme zamanı. Bu işleme commit deniyor. Projenin o zamandaki halini kaydedip işaretliyormuş gibi düşünün. Tasarımların Abstract'te gözükmesi için commit'lemek şart.

Commit işlemi hem Abstract'in Sketch üzerinde çıkardığı butonla, hem de Abstract içinden yapılabiliyor. Butona bastığınızda Abstract'teki en son halinden bu yana ne değişiklikler yapıldığını size listeliyor (artboard eklendi, değişti, semboller eklendi, değişti vs.). Commit'in ne yaptığını özetleyen bir mesaj yazıp işlemi tamamlıyorsunuz. Değişiklikler Abstract'in sunucuları ile de eşleniyor. Yani dosyanızın bir kopyası da sunucularda tutuluyor.

nayn mobil uygulaması için commit mesajlarım

Bundan sonra geçmişteki commitlerin her birine gidip ekranların o zamanki halini görebilirim.

Versiyon tutuyor, başka?

Commit sonrası projedeki diğer insanlar da bu değişiklikleri ve ekranların son hallerini görüntüleyebiliyor, üzerine yorum yazabiliyor. Yorum ekranında dikdörtgenler çizip yorum iliştirebiliyorsunuz, ben bunu yazılımcılara detay vermek için kullanıyorum.

Yorum yazılsın istemiyorsanız, o branchteki işlerin durumunu değiştirebilirsiniz:

Her durumun farklı rengi var.

Ek olarak, ekranların bir önceki hali ile şimdiki hallerini yan yana ya da overlay olarak gösteren bir karşılaştırma ekranı da var.

Yazılımcıların katmanlar arasındaki boşlukları görebileceği, kullanılan fontları, renkleri inceleyebilecekleri bir inspect özelliği de mevcut. Inspect özelliğine bir dizi yenilik geleceğini açıkladılar, beklemedeyiz. Ekip olarak Zeplin kullanıyoruz zira Zeplin'in StyleKit oluşturma özellikleri yazılım ekibini bir hayli hızlandırıyor. Abstract bunu eklediğinde bizim tüm ihtiyaçlarımızı karşılıyor olacak.

Kod çıktısı olarak CSS veriyor sadece, diğerleri de eklenmeli.

Tasarım belli bir olgunluğa ulaştıysa, ekranları bir Collection içine alıp müşteriye sunulacak hale getirebiliyorsunuz. Bunu inVision ve Marvel gibi düşünebilirsiniz, ama sadece ekranların arka arkaya gezilmesi dışında bir özelliği yok.


Branch'te hedeflenen çalışma müşteriye gösterip revizleri tamamladıktan ve nihayet onay alındıktan sonra, o branch'i master branch'ine birleştiriyorsunuz (merge). Master'a eklenen tüm değişiklikler, yazılımcılar tarafından kodlama planına alınıyor. O sırada devam eden diğer tasarım değişiklikleri yazılım ekibinin odak noktasında olmuyor. Bu sayede neyin kodlanıp kodlanmayacağını net bir şekilde biliyoruz.


Tasarım sürecine yazılımcıların erkenden dahil olması projenin geliştirilme hızına pozitif etki ediyor.

Abstract'i sevmemizin bir çok nedeni var. Tasarım sürecine yazılımcıların erkenden dahil olması projenin geliştirilme hızına pozitif etki ediyor. Tasarım sırasında var olan teknik bilgi eksikliğini bu sayede giderebiliyoruz. Bazen görsellerdeki çok ufak değişiklikler yazılım tarafında günler kazandırabiliyor.

Ekranlar üzerinde bıraktığımız detaylı notlar sayesinde yazılımcıların kafasındaki belirsizliği giderebiliyoruz. Aynı şekilde yazılım ekibi de sorularını ekranlar üzerinden iletebiliyor. Proje yönetiminde konular elbette issue olarak açılıyor ancak bazı izahlar da görsel gerektiriyor.

Kapalı kapılar ardında tasarım yapıp bitti dediğimizde uzun ve uğraştırıcı revizyonlar almak yerine, ilerleme kaydettikçe yapılanları sunmak süreci kısaltıyor.

Birden fazla tasarımcı, aynı sketch dosyası üzerinde farklı branchlerde çalışabiliyor. Birleştirme esnasında bütün çalışmalar birbirlerini bozmadan birleşiyor.

Tüm projelerin tasarımları aynı çatı altında toplanıyor. Kim hangi projede ne yapmış, takip edebiliyoruz.


Abstract'i kullanmak için aylık abone olmanız gerekiyor. Fiyatlandırmayı tasarımcı başına yapıyorlar. Tasarımcıların dışınaki herkesi sınırsız ekleyebiliyorsunuz. Starter hesabı aylık 10$/tasarımcı, Business hesabı ise 16.67$/tasarımcı. Biz business hesabındayız, zira yorumlama, not bırakma ve private proje desteği sadece business hesabında var.

İlerleyen aylarda Abstract'in çok gelişeceği malum. Hem ekip içerisinde, hem de proje yönetimi konusunda danışmanlık verdiğim ekiplerde müthiş bir etki yarattı. Biz de kullandığımız projelerde yazılımcı ve tasarımcıların etkinliğini arttırdığını gördük. Kullanmayı düşünen herkese tavsiye ederim.

Eğer bu yazıyı beğendiyseniz aşağıdaki tweet vasıtasıyla paylaşmayı unutmayın :)

]]>
<![CDATA[ Side Project: Superpeers.co ]]> https://seyfedd.in/writing/side-project-superpeers 604a83e40aebf54130b25ad3 Wed, 17 Mar 2021 13:22:42 +0300 superpeers.co — As a full time working developer, I was always feeling left behind when I saw other developers shipping side projects. During the last 10 years of developing iOS apps, not showing the work was devastating. Being the critic of my work, I found flaws on each one. I thought "Maybe, maybe with a side project I could show the kind of work I enjoy doing". I had many ideas. Ideas that were left unfinished, or never got started due to perfectionism.

Then I read Show Your Work by Austin Kleon. It convinced me to show what I've done, what I've been doing. Great book.

Last month, a conversation with a friend from Superpeer struck an idea. They didn't have an explore page. For those who don't know, Superpeer is a platform where people of expertise on any subject can make 1-on-1 calls for a price. Lack of an explore page was on purpose, but I had my idea that could be a side project.

I started sketching, on how profile cards were going to be listed, maybe add categories?, where and how the data will be stored. Goal was to ship in a day or two. I didn't want to pull the data from Superpeer, since that would create data inconsistency. People write same things differently. The list would be curated.
This would enable me to feature some profiles worth mentioning. I needed a way to make people submit their profiles, and I would approve them. Decided to not do categories at first. It was only going to be a logo, a way to submit profiles, and a list.

Technical Details

I first thought to store the data via a Rails app using PostgreSQL, use Activeadmin as CMS and use the API mode of Rails to provide data for a Next.js front-end. Seems complicated but it really isn't. Static generation of the Next.js is a useful feature and I can use any modern JS UI frameworks easily. But building a Rails backend was really an overkill for a one day project. I decided on Airtable instead. A simple spreadsheet where I can upload profile images and fetch them through an API was good enough. It also had a form view where I can create a form to add entries and share the link.

Naming

First I though of superpeerdirectory, superpeerlist and other long names but then found superpeers.co was available and bought the domain.

Design

For the UI, I used Tailwind CSS framework. How you're going to build the product  affects the way you design it. Since Tailwind had a complete UI library, I opened Figma and searched for Tailwind. Found a template that had all the colors, font-sizes and some components.

Tailwind CSS UI Template for Figma

I had my building blocks, so I started creating a simple layout and a profile card. Having a single column layout would make every card get good attention from the viewers and adding a mobile version would be very easy. Every color, text style, shadow and spacing there was named the same way Tailwind named them. That's the power of design systems. Any developer who got this file would not spend extra effort trying to figure out things.

Superpeers First Draft

Development

I created an Airtable, added sample data. Then I created a Next.js project, added my boilerplates, Tailwind CSS and built the profile component, connected to Airtable API, and voila! the listings were there. This entire process took 2 hours to complete. Configuring Tailwind and applying layout divs took around an hour. The initial version didn't have profile images, but the site looked very bland. Then I added images. Next.js 10 introduced a new Image component that fetches and caches images if they are received from known domains.

Release

After the main parts are complete, I searched Twitter for "superpeer.com/" and discovered profiles that were active. Selected 15-20 of them and added one-by-one manually.

I needed data on how many people visited the site and where did they come from.  I wanted to switch to Fathom for some time, so Superpeers became my first site that used Fathom Analytics. It's a privacy-first simple analytics tool.

I deployed the project to Vercel. Then I announced it on Twitter:

In less than 8 hours, only from Twitter, the site got 1.1k visitors:

In the first 4 hours, 40 profiles were submitted.

Vercel has a nice performance analytics tool for Next.js, Nuxt.js and Gatsby projects. The site's peformance was great in the first week, but when more profiles were added, score went from great to poor very quickly. This is something I need to address in the future.

Vercel Analytics Score on 15 March, 2021

Small Iterations

[Feb 15] When you share something on Twitter, expect feedback. Initial form asked all the data and this was overwhelming. So I reduced it to just one field: Profile URL. For every submission, I visit that profile, grab all the data, make sure the language is right, and approve.

[Feb 15] I realized that I didn't give any credits to myself, so I added a footer link to this website.

[Mar 10] Subscriptions were a feature Superpeer had just released, and everybody had subscription enabled by default. This was meaningless to have on profile cards, so I went through all profiles and found the ones that had paid subscriptions, updated their data. You can also create streams and have them on your profile, I added that as a different tag as well.

[Mar 10] Increased the size of the header items.

The website looks like this as of March 12th, 2021:

This has been a great exercise for me to learn new technologies like Tailwind and Airtable. It also let me try Fathom Analytics for the first time. And I have something that I can tweak and iterate on. I'm thinking of adding categories and search next.

After sharing, I found out that there are similar products that were made before mine, check them as well:
- FindPeer: https://findpeer.me
- awesome-superpeer: https://github.com/suadev/awesome-superpeer

]]>
<![CDATA[ Kütüphaneleri Yeterince Önemsemiyoruz ]]> https://seyfedd.in/writing/kutuphaneleri-yeterince-onemsemiyoruz 5e3a8e01ae64e87096ea68ce Thu, 26 Mar 2020 13:44:00 +0300 En son ne zaman herkese açık bir ortamda, sesten izole bir şekilde, kulaklık takmadan odaklı bir şekilde saatlerce çalışabildiniz? Böyle bir ortamı bulmak gün geçtikçe zorlaşıyor. Dikkatini toplayıp odaklı çalışabilen insanların, üretkenlikte diğerlerine fark attığı bir gerçek. Peki bu dikkati nasıl toplayacağız? Cevap bildiğimiz fakat unutmakta olduğumuz bir ortam olabilir: Kütüphaneler.

Kütüphane bahsi geçtiğinde insanlar benzer fikirlere sahip:

"Artık dijital çağdayız, kütüphanelere gerek yok."

"Zaten kimse okumuyor ki."

"Ülkede başka dert kalmamış, kütüphane mi oldu derdimiz?"

Gerçekte ise kütüphanelere çok ihtiyaç var, insanlar okuyor ve kütüphanelerin mevcut durumunu iyileştirmemiz gerekiyor.

Biraz bu konuları açayım.


Türkiye'de Kütüphaneler

Rakamlara bakalım. TÜİK 2018 verilerine göre, Türkiye'de;

  • 1 Milli Kütüphane
  • 1,162 Halk Kütüphanesi
  • 598 Üniversite Kütüphanesi
  • 29,690 Örgün ve Yaygın Eğitim Kütüphanesi

bulunuyor[1]. Sadece halk kütüphanelerinden faydalanan kişi sayısı ise 28 milyon 242 bin 986. Tabi bu rakamlar, özellikle eğitim kütüphanelerinin sayısı biraz abartı. Zira TÜİK bu rakamları kurumlara sorarak, onların beyanı ile topluyor. Yani IKEA'dan 50 liraya alınmış bir rafa konulan 5 kitap da kütüphaneden sayılıyor.

Önceki yılların verisi, kütüphane sayısının her yıl az da olsa sayıca arttığını gösteriyor. Yine de rakam çok az. 2018 verilerine göre Türkiye'deki okul sayısı 65 bin 564. Yani 35 bin 874 okulda kütüphane yok. Araştırırken halk kütüphanelerinin bir kısmının bütçe yetersizliği veya personel eksikliğinden dolayı kapalı olduğunu öğrendim.

Özetle Türkiye'de kütüphaneler nicelik olarak yetersiz. Peki ya nitelik? Bir arama motorunda, bağlı olduğunuz belediyenin halk kütüphanelerini aratıp fotoğraflarına bakın, anlayacaksınız. Çoğu apartman dairesi içinde 2 tane masa, 4 tane kitaplıktan oluşuyor.

Belli ki yönetim kadrosu da kütüphanelerin devrinin sona yaklaştığını düşünüyor. Bu bize has bir durum değil. Benzeri Amerika'da da yaşanıyor. Özellikle kırsal bölgelerde kütüphane bütçeleri kısılmış, yenileri yapılmamış ve bazıları kapatılmış. Bu bölgelerdeki halk itiraz etmiş.[2]

Şehirlerde ise müthiş bir talep var. New York, Seattle, Chicago gibi büyük şehirlerdeki kütüphane çalışanları, son yıllarda ziyaretçi sayısının ciddi arttığını ve talebi karşılayamadıklarını belirtmiş. İstatistikler de kütüphanede kalınan ortalama sürenin, paylaşımda olan kitap sayısının ve kütüphanede yapılan etkinliklere katılım oranının büyük şehirlerde arttığını gösteriyor.

Türkiye'de kütüphanelerden faydalanan yaklaşık 20 küsür milyon insanı da göz ardı edemeyiz. Bu sebeple yönetenlerin bu konuya ehemmiyet göstermesi gerekiyor. Ehemmiyet demişken;


Neden Kütüphaneler Önemli?

Beni tanıyanlar bilir, herhangi bir konuyu öğrenmek için ilk olarak kitaplara başvururum. Yaptığım sunumların sonunda da, anlattığım konuda daha fazla bilgi sahibi olmak isteyenlere kitap tavsiyelerim olur. Bunun sebebi, çocukluğumun bir döneminde iyi bir kütüphaneye erişimim olması.

Ortaokul zamanında bir yıldan kısa bir süre Amerika'da devlet okulunda okuma imkanım oldu. Okula başladığım ilk haftada, bir günün yarısını okul kütüphanesindeki kitapları keşfetmemiz için ayırmışlardı. Okulda büyük bir kütüphane vardı ve ödevler araştırma odaklı olduğundan sık sık kütüphaneye gitmem gerekiyordu. Okuldaki yetmediğinde bölgemizde bulunan halk kütüphanesine gidiyordum. Bana merak etme, ödünç alma, emanete iyi bakma, gününde iade etme sorumluluklarını aşıladı.

Emma S. Clark: Amerika'da her hafta gittiğim halk kütüphanesi
Emma S. Clark kütüphanesi çocuk bölümü (arkadaki rafların hepsi çocuk kitabı)

Burada masalarda çalışan, araştıran insanlara ek olarak, örgü ören yaşlılar, çizim yapan sanatçılar, müzik besteleyenler, gazete okuyup kahve içen insanlar olurdu. Sadece kitap değil, oyun, film, müzik cd'si gibi şeyleri de ödünç alabiliyordunuz. İş/okul sonrası farklı kulüpler, çocuklar için programlar, topluluk buluşmalarına ev sahipliği yapıyordu.

Yurt dışında kütüphaneler sosyal bir gelişim merkezi görevi görüyor. Devletlerin halka sunduğu sosyal bir hizmet, tıpkı sağlık gibi. Karşılığında devletin herhangi bir beklenti içinde olmadığı, sadece hizmet için var olan yerler. Yaşlı, dul, bekarların sosyal etkileşim alanları. Çocuklara merak etme, ödünç alma, emanete iyi bakma, gününde iade etme sorumluluklarını aşılayan bir olgu.

Türkiye'deki kütüphane kültürünün oluşmamasının etkilerini bugün toplumda görüyoruz. Ortak çalışma alanı olan co-working ofislerde insanlar sessizliğe kıymet vermekten aciz. Yüksek sesle telefon konuşması yapanlar var.

Türkiye'de yerleşik bir kütüphane kültürü olmadığından, hemen hemen herkes kütüphaneleri "kitap ödünç aldığın" ya da "kitap okuduğun" binalar olarak biliyor. Sadece bu amaçla bile olsa faydalı. Bugün bir çok insanın, ihtiyaç duyduğu kitapların hepsini kitapçılardan satın almak istemesi ciddi bir maliyet. Kitaba erişimi olmayan/olamayan insanlar için kütüphaneler büyük bir nimet.

Bugün herhangi bir işe odaklanmak istediğimizde çoğumuz kafelere gidiyoruz. Buralar gürültülü, pahalı ve uzun süre oturmanızı istemeyen yerler. Odaklı çalışmak mümkün değil. Çoğumuz evinde yalnız yaşayan insanlar değiliz. Olsak bile evde de dikkatiniz dağılıyor.

Twitter'da bu konuyla ilgili yazdığımda "Kütüphanelerde millet KPSS'ye çalışıyor, bize yer kalmıyor" şeklinde bir yorum gelmişti. Bunun sebebi yukarıda da bahsettiğim kütüphanelerin yetersiz olması. Sayıca zaten azlar, bir de çoğu 10 kişiden fazla alamıyor. Hep milli kütüphaneyi söylüyorlar fakat orada yer bulabilmek için sabah 7'de kapı önünde sıraya girmeniz gerekiyor.

Daha fazla kütüphane yapmalı, bunların idaresi için iyi bir sistem oluşturmalıyız. Evlerde ve okullarda çocukları kütüphaneleri kullanmaya, kitapları keşfetmeye yönlendirmeli, bir şeyi öğrenmek istediklerinde onlara koşulsuz kucak açan bir kurumun varlığını öğretmeliyiz.

Ben bu yazıyı yazarken Ankara'da Millet Kütüphanesinin açılışı yapıldı. Yurtdışındaki büyük millet kütüphaneleri ile yaraşır, hatta çoğundan daha iyi bir kütüphane. İçerik olarak da bir hayli zengin. İstanbul'da da böyle büyük kütüphanelere ihtiyaç var.

Mevcut ekonomik koşullarda devletin kütüphaneler için büyük harcamalar yapması zor olabilir. Fakat devletin bütçe yaratmak istediğinde bunu başabildiğini de biliyoruz. Sadece yasalar vasıtasıyla bile özel sektörü kütüphane açmaya ve işletmeye teşvik edebilir. Devlet işlerinden hiç anlamam, bunun nasıl yapılacağı yetkililerin bileceği iş.

Dijital dünya çok hızlı büyüdü ve hayatımızın büyük bir parçası oldu. Tüketmesi ömürler sürecek bir içerik denizinin içinde yüzüyoruz. İçerik üretmek, kitap yayınlamaya göre aşırı kolay. İnternette nitelikli bilgi kaynaklarını tespit etmeye harcadığımız eforun farkında değiliz. Çoğu zaman kolaya kaçıyor, okuduğumuz her yazıyı doğru kabul ediyoruz.

Dijital dünyanın getirdiği dikkat dağınıklığı ve monoton hayat tarzından uzaklaşmak, kafayı toplamak ve derin düşünebilmek gerekiyor. Entellektüel bir birey olma yolunda kitap okumanın ve araştırmanın tek yol olduğunu düşünüyor ve bunu yapmanın en ucuz, en erişilebilir, en kolay yolunun da kütüphaneler olduğunu düşünüyorum.

Yeni neslin dikkat sürelerinin azaldığı bu çağda, çocuklara küçük yaştan okuma sevgisi ve merak duygularını aşılamak çok önemli. Bunun için önce aile, sonra da öğretmenlere büyük görev düşüyor.

Ebeveynler; çocuğunuz, cevabını bilmediğiniz bir soru sorduğunda geçiştirmek ya da Google'dan aramak yerine kitaplara başvurun. Cevabı evde bulamıyorsanız beraber kütüphaneye gidin. Gitmişken çocuğunuzun keşfetmesini, istediği kitapları ödünç almasına izin verin. Ve bunu rutin haline getirin.

Öğretmenler; siz de okulunuzda kütüphane açılması için çalışmalar yapın. Küçük çocukları her dönem kütüphane gezilerine götürün. Muhtemelen yapıyorsunuz, bilmediğimden yazmak istedim.

Dipnot: Ben bu yazıyı Ocak 2020 gibi yazdım, şimdi yayınlarken Koronavirüs salgını başladı. Salgın varken kütüphaneye gidilmez ancak etrafınızdaki kütüphanelerin yerini tespit edip inşallah en kısa zamanda bu salgın bittiğinde ziyaret etmeyi unutmayın.

Son olarak dünyadan kütüphane fotoğrafları ile bitireyim (mobilde yatay konumda bakmanız tavsiyemdir):

Brezilya Milli Kütüphanesi, Rio — Christophe Simon / AFP / Getty
Sttutgart Kütüphanesi, Stuttgart — Simon Dannhauer / Shutterstock
Victoria Devlet Kütüphanesi, Melbourne Avustralya — Neale Cousland / Shutterstock
Avusturya Milli Kütüphanesi, Viyana, Avustralya — Michal Hlavica / Shutterstock
New York Halk Kütüphanesi, New York, ABD — Michael Noble Jr. / AP
George Peabody Kütüphanesi, Baltimore, Maryland, ABD — Andrea Izzotti / Shutterstock
Fransa Millet Kütüphanesi Oval Salon, Paris, Fransa — Francois Guillot / AFP / Getty
Oodi Milli Kütüphanesi, Helsinki, Finlandiya
Oodi Milli Kütüphane, Helsinki, Finlandiya — Tuomas Uusheimo
Oodi Milli Kütüphane, Helsinki, Finlandiya
Oodi Milli Kütüphane, Helsinki, Finlandiya — Tuomas Uusheimo
Cumhurbaşkanlığı Millet Kütüphanesi, Ankara, Türkiye
Cumhurbaşkanlığı Millet Kütüphanesi, Ankara, Türkiye — AA

    Dipnotlar & Referanslar

  1. "Türkiye'de Kütüphane İstatistikleri Açıklandı, NTV Kaynak

  2. "To Restore Civil Society, Start With the Library, New York Times Kaynak

]]>
<![CDATA[ Ekim-Kasım-Aralık 2019 Medya Diyetim ]]> https://seyfedd.in/writing/ekim-kasim-2019-medya-diyetim 5de64bf2a39581331f8baf98 Sun, 05 Jan 2020 16:30:00 +0300 Son 2 ayda iş yorgunluğundan kitap okuma düzenim biraz bozuldu. Çok fazla yeni kitaba başlamak istedim, halihazırda okuduklarım biraz bölündü.

Kitaplar

Get Together

Topluluk oluşturma üzerine güzel öneriler ve stratejiler içeren bir kitap. Kitabın yazarları Amerika'da şirketler için topluluk kuran bir ajansta çalışıyorlar –evet böyle ajans varmış–. İlk fikir aşamasından topluluğu büyütmeye, yaymaya ve otonom hale getirme konusunda güzel tavsiyeler var. Bu tavsiyeleri NSIstanbul'un kuruluşundan bu yana deneye yanıla bir şekilde, farkında olmadan yaptığımı gördüm bu kitabı okurken. Topluluk kurmayı düşünenlere tavsiye ediyorum. (A++)

The Man in the High Castle -  Philip K. Dick

Philip K. Dick'in sinemaya ya da televizyona uyarlanmayan hikayesi kaldı mı acaba? Amazon Prime Video müptelası olarak diziye bir türlü başlayamamıştım. Kütüphanemde kitap da bir süredir duruyordu. Diziyle beraber kitaba da başladım. İkinci Dünya Savaşını Amerika'nın kaybettiği bir dünyayı anlatıyor. 1962'de yazılmış. Amerika'nın batı sahil kısmını Japon imparatorluğu, doğu kısmını ise Nazi imparatorluğu kontrol ediyor. Ortada da tarafsız bir bölge var. Bütün dünyayı bir grup insanın hikayesi üzerinden anlatıyor. Fakat anlatım gereksiz uzun ve tempo sorunları var. Zor bitirdim açıkçası. Dizi kitaptan çok daha güzel. (C)

Filmler

Parazit

2019 yılının en iyi iki filminden biri. Diğeri The Joker. Yoksul bir ailenin, zengin bir aileye türlü yalan ve sahtekârlıkla yamanmasını anlatırken aslında toplum ve devlet yönetimini tasvir ediyor. Kölelik ve belli bir pozisyona gelince kendi gibi olanları hor görme konularını da harika işlemiş. Her açıdan mükemmel bir film. (A++)

The Joker

2019 yılının en iyi filmi. Sinemada 2 defa seyrettim. Kötü bir karakterin yaratılış hikayesini muhteşem işlemesinin yanı sıra, son yıllarda batılı ülkelerdeki liberallerin zorla kabul ettirmeye çalıştığı dünya düzeninin etkilerini net bir dille anlatıyor. Belki de bu yüzden kendini liberal olarak tanımlayan film eleştirmenleri filmi hep aynı konudan eleştiriyor: "Film bir şey anlatmıyor, konusu zayıf". Tam aksini düşünüyorum. (A++++)

Bombshell

Hayatımda seyrettiğim en kötü filmlerden biri. Her şeye duyar kasan Amerikalı filmi. Türkçe adı Skandal, filmin kendisi gibi. 15 dakikalık Vox videosu olması gereken konuyu 2 saatlik film yapmaya çalışmışlar, berbat olmuş. (D-)

Dizi

The Witcher

Netflix'in el attığı her işi berbat etmesi yüzünden çok önyargılıydım bu diziye. Oyunlarını çok seven birisi olarak, keşke Netflix dışında başka bir platform alsaydı haklarını diye hayıflandım. Tüm önyargılarımı kıran, mükemmel bir dizi olmuş. Karakter gelişimi, aksiyon, worldbuilding, diyalog, mizah… hepsi müthiş bir denge ile ilerliyor. Diziyi seyrederken her bölümde müthiş keyif aldım. Geralt, Yennefer ve Dandelion —Jaskier— karakterleri çok güzel oynanmış. Triss Merigold ısınamadığım tek karakter oldu. Oyunlarda turuncu saçlı, bembeyaz tenli olan Triss, dizide orta yaşlı siyahi abla olarak yansıtılmış, alışamadım.

Muhtemelen ikinci kez seyredeceğim. Tek eleştrim efektler olabilir, Netflix kesenin ağzını tamamen açmamış belli ki.

Çok iyi yapılmış bir oyun serisinin üzerine, beğenilecek bir dizi yapmak çok çok zordu. Tebrik etmek gerek Netflix'i. (A++)

Man in the High Castle

Yukarıda bahsettiğim kitaptaki iyi fikirleri ve karakterleri alıp, yepyeni bir senaryoyla dizi haline getirmiş Amazon Prime Video. Kitaptaki tempo ve akış sorunlarının olmadığı, ve ilerleyen sezonlar için altyapı oluşturan bir ilk sezon seyrettim. Detaylara verilen özen muhteşem. Özellikle grafik tasarım departmanı müthiş iş çıkarmış. Her sahnede Nazi Amerika'sını inandırıcı kılan dokunuşlar var. 4. sezonu ile geçtiğimiz aylarda final yapmış, devam edeceğim. (A++)

Amazon Prime Video favori dizi platformum oldu. Platformdaki diziler hakkında bir rehber hazırlayabilirim önümüzdeki aylarda.

Albüm

Mastodon - Crack the Skye

Mastodon'u hiç dinlememişim bu güne kadar, muhteşem bir grupmuş. Çok eskiden brutal vokalli bir şarkılarına denk gelip ön yargılı yaklaşmıştım. Bu aralar Crack the Skye'dan başka bir şey dinleyemiyorum. Farklı tarzlarda müzik yapmaktan çekinmeyen, taş gibi bir Progresif Metal grubu. (A+)

Foals - Everything Not Saved Will Be Lost Part 2

İlk Kısmı 2019'un başında çıkan Foals'un Everything Not Saved Will Be Lost albümü Foals'un diğer albümlerdeki tarzının dışına çıkmayan, güzel bir albümdü. İkinci Kısım da geçtiğimiz aylarda yayınlandı. Albüm hareketli, dans etmelik şarkılarla dolu, ancak albümün baş tacı slow Into The Surf şarkısı. Yine güzel bir albüm olmuş. Favorilerim The Runner, Into the Surf ve Wash Off.  (B+)

Portico Quartet -  Memory Streams

Kod yazarken güzel arkaplan müziği oluyor bu grubun. İlk şarkıdaki davul partisyonları sayesinde albüme bağlandım. Jazz, saykodelik şeyler sevenlere tavsiye ederim. (B)

Opeth - Ghost Reveries

Opeth'i lisede çok dinlemiştim ancak bu durum tamamen "metalci olucam ben" gazıyla gerçekleşiyordu. Zaten daha sonrasında Damnation albümü ve yeni progresif rock türü son 3-4 albüm dışında Opeth dinlemiyordum. Bir kez daha dinleyeyim diye eski albümlerini dinlemeye başladım.

Bu albüm bir şaheser, Opeth'in en iyi metal albümü diyebilirim. Bu yazıyı çok doldurmamak amacıyla sadece bu albümü seçtim. Albümde boş bir tane şarkı yok ve brutal vokalli kısımlar hiç rahatsız etmiyor artık. (A+++)

]]>
<![CDATA[ SwiftUI Öğrenirken… ]]> https://seyfedd.in/writing/swiftui-ogrenirken 5de4ea38a39581331f8bad4e Tue, 03 Dec 2019 13:52:35 +0300 SwiftUI nedir diye merak edenler için özet geçelim:

‌‌‌‌Apple'ın her sene geliştiriciler için düzenlediği WWDC konferansında bu sene SwiftUI adlı yeni bir kullanıcı arayüzü geliştirme (UI) kütüphanesi tanıtıldı. Web geliştirme dünyasında son yıllarda bir hayli yaygınlaşan deklaratif/reaktif programlama (örn. React) kütüphanelerine bir hayli benzeyen bir yapısı var. Her ne kadar arayüz geliştirme kütüphanesi desek de, yapı olarak mevcut arayüz geliştirme yöntemlerinden farklı olduğundan tüm alışkanlıkları kenara bırakıp yeni bir yapı ile çalışmayı gerektiriyor.

Apple'ın bu tarz bir UI geliştirme kütüphanesine ihtiyacı olduğunu yıllardır söylüyorum. NSIstanbul'da 3.5 sene önce yaptığım "Auto-Layout Öldü Mü" sunumunda da bu ihtiyacı detaylı anlatmıştım. iOS geliştirmenin en sıkıcı yanı arayüz oluşturmanın çok uğraştırıcı olması. İster storyboard ister kod ile geliştirin, iki tarafın da ciddi eksileri var. Auto-Layout çok güçlü, ancak uygulaması ve debug etmesi meşakkatli. Her değişikliği test etmek için projeyi tekrar derleyip cihazda çalıştırma zorunluluğu da zaman kaybı.

SwiftUI bu sorunları çözmeyi vaadediyor. Arayüz kodunu yazarken sağdaki panelde arayüzün görselleştrilmiş bir halini görüyorsunuz. Yine bu panelden uygulamayı cihazda çalıştırmadan kullanabiliyorsunuz. Sürükle bırak ile arayüz elemanlarını bu panele sürükleyip ekleme yapabiliyorsuzun. Xcode kodu sizin için güncelliyor. Auto-Layout yerine yatay ve dikey stack'ler (desteler) kullanıyorsunuz. Yapılan değişikliklerin sonucunu anında görmek arayüz geliştirmeyi müthiş hızlandırıyor.

Xcode'da SwiftUI arayüzü derleme ekranı
Xcode'da SwiftUI görünümü.

Elbette bu sihirli bir değnek değil. Çok kapsamlı ve detaylı olmasından dolayı ciddi bir öğrenme süreci geçirmeniz gerekiyor.

Bu kısa özetten sonra SwiftUI öğrenmeye başlama sürecime geçelim:

Bir yazılımcı olarak, yeni çıkan ve güzel şeyler vaat eden programlama araçlarına (kütüphane, yazılım mimarisi, vs.) mesafeli yaklaşıyorum. Zira ilk çıktıklarında bir fikir, ve bu fikrin işe yarayacağı güçlü örneklerle yazılımcıları etkiliyorlar ve bu efsun sayesinde defolarının ortaya çıkması zaman alıyor. Bu, "yeni çıkmış teknolojileri hemen benimsemeye, ve geliştirilecek üründe erkenden kullanma" durumuna "Hype-Driven Development", yani "Heyecan Güdümlü Geliştirme"(çeviremedim sanki) diyoruz.

‌‌‌‌Bu prensibim sebebiyle Swift öğrenmek için 2 yıl bekledim. Angular.js'i öğrenmeye başlamadan kayboldu gitti. React'i seneler sonra, yerini sağlamlaştıktan sonra şimdi öğreniyorum.

SwiftUI için de planım benzerdi. 2020 sonu gibi yavaştan öğrenmeye başlarım diyordum. Twitter'da takip ettiğim yazılımcılar ve okuduğum blog yazıları SwiftUI'ın henüz canlıya çıkmaya uygun olmadığını söylüyorlardı. Ayrıca SwiftUI ile yapılmış bir uygulama sadece iOS13 ve üstü versiyonlarda çalışıyor, bu da kütüphanenin genel kullanımının en erken 2021'de başlaması demekti. Ek olarak SwiftUI arayüzünü görsel olarak yanda görüntüleme özelliği sadece macOS Catalina'da çalıştığını belirteyim.

Fakat geçen ay dostum Adem (@ademilter) SwiftUI'a biraz baktığını ve çok beğendiğini söyledi. Benden de ufak bir uygulama yapmamı, genel olarak internetten veri çekme ve bu veriyi SwiftUI ile yapılmış arayüzde listelememi istedi. iTunes API'sine bağlanıp bir sanatçının şarkılarının listesini çekelim dedik.

Hızlı olsun diye hemen Alamofire  + Moya ikilisi ile iTunes API'ye bağlanan bir network stack kurdum. SwiftUI ile de arayüzü oluşturdum. Sonra 1 saat uğraştım ve datayı nerede, nasıl çekeceğimi ve bağlayacağımı bulamadım. Öğrenmem gerekiyordu.

Apple'ın SwiftUI tutorialları ile başladım. Genel olarak UI oluşturmayı anlatasalar da, pratikte ihtiyaç duyulan bir çok konuyu anlatmıyorlardı. Yine de bu tutorial sayfalarının kalitesinden dolayı ilgili takımı tebrik etmek gerek.

Apple'ın SwiftUI tutorialları
SwiftUI deneme tahtam

Pratikte app yapmayı anlatan materyalleri aramadan önce, kompleks bir arayüz bulup onun aynısını SwiftUI ile yapmayı denedim. Bu süreçte SwiftUI'ın arayüz çalışma prensibini bir hayli öğrendim. Her türlü arayüzü kolaylıkla yapabiliyorsunuz. Sadece biraz sabır göstermelisiniz, çünkü layout konusunda bildiğiniz doğruları unutmanız ve yeniden öğrenmeniz gerek. SwiftUI'ın çalışma prensiplerini detaylı anlatan harika bir yazı dizisi buldum: https://netsplit.com/swiftui/views-choose-their-own-sizes/ Bu yazıdan başlayıp next next diyerek son yazıya kadar tüm yazıları okumanızı tavsiye ederim.

İncelediğim materyaller ise sırasıyla şöyle:

Ray Wenderlich'in SwiftUI kitabı

SwiftUI için bu kadar erken kitap yazılmasını doğru bulmuyorum. Bu "kitap" da aslında sitede yayınlanan tutorial yazılarının derlenmesiyle oluşuyor. Konu başlıklarına bakınca da biraz sığ geldi. 60 dolar fiyatı var, black friday için indirime girmişti.

Hacking with Swift eğitim serisi

Yaptığı ücretsiz eğitimler ve oluşturduğu çok çeşitli öğrenme materyalleriyle Paul Hudson, iOS camiasında haklı bir ün kazandı. Kitabı da 20 dolara satıyor, video olarak seyrederseniz ya da kitabı online okursanız ücretsiz. İçeriklere bakınca arayüz kısımlarını çok detaylı anlatıyor. Videoların bazılarını seyrettim, anlatımı hoş. Yeni başlayanlar ve deklaratif programlama tecrübesi olmayanlar için faydalı olabilir.

Design+Code video eğitimi

2018'de Black Friday kampanyasını kullanıp yıllık Design+Code üyeliği almıştım. Eğitimlerin yarısına yakınını seyrettim. Tasarımcılara yönelik olduğundan çok yüzeysel geldi. SwiftUI eğitimi de benzerdir diye üyeliğimi bu yıl uzatmadım. Yıllık 54 dolara geliyor indirimle beraber.

Swift Talk

Objc.io ekibinin yaptığı işler tüm caimanın malumu. Yayınladıkları makaleler, kitapları ve Swift Talk video eğitimleri ile tecrübeli yazılımcılar için çok önemli bir açığı kapatıyorlar. Aylık 15 dolar. Swift ile alakalı yüzlerce video var ve son 4 aydır SwiftUI özelinde içerik oluşturuyorlar. Eğer deklaratif programlama konseptine genel olarak hakimseniz ve iOS geliştirmede tecrübeliyseniz Swift Talk üyeliğini tavsiye ederim. Benim seçimim de Swift Talk oldu. Diğer eğitimler ekranda buton gösterme, liste oluşturma gibi basit konular üzerine eğilirken, Swift Talk daha ikinci videodan asenkron olarak veri çekip ekranda göstermeyi işliyor. Son derece doğru bir yaklaşım. Deneyerek bulabileceğiniz konuları atlayıp işin özünü iyi veriyorlar. Tek eksik tarafı videolar Xcode 11 beta 2 zamanından başlıyor, SwiftUI beta sürecinde çok fazla değişim geçidiğinden kullanılan metod ve class isimler farklılık gösterebiliyor. Konseptler değişmiyor, sıkıntı çekmedim uygularken. Sıkılmadan seyredebildiğim tek video serisi Swift Talk oldu diyebilirim.

Swift Talk seçimimle birlikte her gece 2'şer video seyrederek aklımdaki soru işaretlerini hızla gideriyorum. Geri kalan kısmı da örnek bir uygulama yapmaya çalışırken kapatıyorum. Adem'in benden istediği uygulamanın basit çalışır halini kodlamayı da 2-3 videodan sonra tamamladım. Kaynak kodlarını GitHub üzerinden paylaştım. Bu uygulamayı güncellemeye ve geliştirmeye devam edeceğim:

https://github.com/seyfeddin/iTunesAPISwiftUI

]]>
<![CDATA[ Ağustos-Eylül 2019 Medya Diyetim ]]> https://seyfedd.in/writing/agustos-eylul-2019-medya-diyetim 5d39f8718f97f95f56f46504 Thu, 03 Oct 2019 14:33:59 +0300 Eylül ortasına kadar askerlik görevinde olduğumdan iki ayda ancak içerik çıktı.

The Eye of the World - Robert Jordan

Bu kitabı ilk kez yıllar önce, üniversitede okumuştum. Zaman Çarkı (The Wheel of Time) serisi Epic Fantasy dalında yazılmış en büyük eser (15 kitap, yaklaşık 14.000 sayfa). Seriyi ilk okumada bitirememiştim. Son kitap çıkmadan yazarı hayatını kaybettiği için serinin sonunun gelip gelmeyeceği bilinmiyordu. Neyse ki görevi günümüzün en iyi fantastik kurgu yazarlarından Brandon Sanderson'a verdiler ve seri güzel bir şekilde tamamlandı. Askerde birinci kitaba yeniden başladım ve yıllar önce olduğu gibi yine kendimi Robert Jordan'ın müthiş dünyasında buldum. Müthiş karakterler, detaylı ve ilginçliklerle dolu bir dünya ile müthiş olay örgüsü sizi içine çekiyor ve sayfalar hızlıca akıyor. Tabi kitabın –özellikle ilk 3 kitabın– Tolkien'e bir saygı duruşu niteliğinde olduğunu ve olayların Yüzüklerin Efendisi'ne bir hayli benzediğini de belirtmemde fayda var. 4. kitaptan itibaren seri kendi tarzına tamamen kavuşmuş oluyor. Özetle okuyabileceğiniz en iyi fantastik kurgu serilerinden biri. Amazon Prime tarafından dizisi de yapılıyor. Çekimler 17 Eylül'de başladı. (A+)

Book of Dust - Philip Pullman

book of dust kapak tasarımı

Şu kitabın kapağının güzelliğine bakar mısınız? Philip Pullman'ın kitaplarını merak ediyordum, böyle yeni bir seriye başladığını duyunca ne olduğuna bakmadan satın aldım. İlk 3-4 kısmı bitirdikten sonra internetten araştırdığımda, yazarın meşhur His Dark Materials serisindeki olaylardan öncesini anlattığını öğrendim. O serideki büyük bir spoiler bu kitabın en başında anlatılıyormuş. Kitabı bitireceğim fakat ikinci kitap çıkmadan His Dark Materials'ı da okuyup bitirmem gerek.

Kitap çok güzel bu arada. Fantastik bir Oxford şehrinde geçmesi hoş. Her insanın bir daemon'u olarak hayvanının olması, bu hayvanla konuşabilmesi, aralarında bir bağ olması fikri güzel. Çocukların dæmonlarının farklı hayvan şekillerine bürünebilmesi (henüz karakterleri tam gelişmediğinden) güzel fikirler. (B+)

It Chapter 2

İlk filmi çok beğenmemden sonra "Acaba ikinci film de iyi olur mu" endişesi ile seyrettim. Kitabı okumadım (bu yüzden biraz pişman oldum açıkçası) ancak okuyanlar kitapla aynı olduğunu söylüyorlar. Stephen King'in hayalgücünün içinde gezdiren 2 saat 50 dakikalık muhteşem bir film. Kostümler, maketler, efektler çok başarılı. İlk filmde yakalanan karakterler arası bağ bu filmde de yakalanmış. Oyunculuklar iyi. Tek eleştirim bazı sahnelerde gereksiz uzatılan espriler olmuş. Gerilimin akışını biraz bozuyor. (A)

Once Upon a Time In Hollywood

Büyük beklentilerle gittiğim filmden hayal kırıklığı ile çıktım. Sinematografi ve prodüksiyon çok kaliteli, ancak anlatılan hikaye biraz yavan. Hollywood yıldızlarına hollywood parodisi oynatma fikri ilginç, bir sürü gönderme de var ancak göndermenin çok olması bir filmi iyi yapmıyor (Cem Yılmaz bazı filmlerinde bu yöntemi izler ve o filmleri berbattır).  (C+)

Carnival Row (Amazon Prime Dizisi)

Amazon Prime, fantastik kurgu dizilerine devam ediyor. Efektler, makyajlar, oluşturulan H.P. Lovecraft benzeri dünyası öne çıkanlar. Her bölümde worldbuilding konusunda biraz daha ilerliyor. Ana hikaye ve kurguda eksiklikler olmasına rağmen merak ile seyrettim ve ikinci sezonu da merak ediyorum. Prodüksiyon çok üst seviyede. Fantastik yapımları seven insanlara tavsiye ederim (sabredin, dizi 3. bölümden sonra açılmaya başlıyor) (B)

Leprous – The Congregation

Progresif Metal türünde uzun zamandır bu kadar değişik ve güzel bir albüm dinlememiştim. Bazı şarkılarda Muse esintileri var ve Muse'dan çok daha güzel. (B+)

Caravan - If I Could Do It All Over Again, I'd Do It All Over You

Caravan'ın sadece In the Land of Grey and Pink albümünü dinlemiştim daha önce. 1970-1975 arası Deram/Decca plaktan çıkan tüm albümleri yeniden çıkartmışlar. Yan flütlü progresif müzik seviyorsanız –mesela Camel Caravan'ın albümlerini de çok seversiniz. Bu ilk albümleri de harika, hem de dinlemesi In the Land of Grey and Pink'ten çok daha kolay. (A)

Başladığım ve önümüzdeki aya sarkan yapımlar:

  • Get Together — Bailey Richardson 📚
  • Demystifying Public Speaking — Lara Hogan 📚
  • The Great Hunt (The Wheel of Time Book 2) — Robert Jordan 📚
  • The Boys 📺
  • Fear Inoclum — TOOL 🎧 (düzgün bir inceleme için bir hayli kez dinlemem gerek)

BONUS: Uzaklara götüren şarkılar

]]>
<![CDATA[ Kişisel sitemin hazırlanış süreci ]]> https://seyfedd.in/writing/bu-site-ile-alakali-bazi-bilgiler 5d4abd6b8f97f95f56f4651b Sun, 18 Aug 2019 21:12:25 +0300 İngilizce olan ilk yazımda, kişisel sitemi uzun süredir yapmak istediğimi, yaklaşık 3-4 farklı site yapmış olsam da hiçbirini yayına almadığımı anlatmıştım. Bu son halini nasıl yaptığımı, yaparken neyi göz önünde bulundurduğumu anlatmak istedim.


Bu site, benim 2019 yılı itibarı ile savunduğum fikirleri destekleyecek şekilde tasarlandı:

  • Estetik olarak son derece yalın fakat detaylara da dikkat eden bir anlayış ile hareket ettim. Eski Macintosh klavyelerde gördüğümüz yazı tipine yakın, kompakt bir font seçtim. Mobil cihazlarda satır başına düşen harf sayısını arttırarak okunabilirliği de arttırıyor.
  • Arayüzü tasarlarken herhangi bir trendi takip etmedim. İhtiyacım ne ise sadece onu koydum. Garip vücutlu renkli insan illüstrasyonları, abartılı gradientlar, dev başlık yazıları, büyük fotoğraflar ve uçan kaçan animasyonları burada göremezsiniz. İnternette trendler neymiş diye bakarken Purposeful Animation, yani gerekli ve bir amaca hizmet eden animasyonların 2019 yılının tasarım trendleri arasında yer aldığını gördüm. Bak hele :D
  • Sitenin arayüzünü Figma (figma.com) ile tasarladım. Mobil ve Desktop sayfalara ek olarak her sayfanın bir de Dark Mode alternatifini de ekledim. Figma'nın Design System (Tasarım Sistemi) desteği müthiş cidden. Her rengin dark mode alternatifini oluşturup arayüzdeki componentleri hızlıca çıkarmamda çok yardımcı oldu.
Figma'daki renk temam.
  • Site Ghost blog teknolojisi ile çalışıyor (ghost.org). DigitalOcean'dan kiraladığım bir sunucuya kurdum. Handlebars.js ve Ghost tema yapımını dokümanlardan öğrenip tüm temayı sıfırdan yazdım. Resimlerin ve videoların hostingi içinse yine DigitalOcean'ın CDN hizmeti olan Spaces kullanıyorum. Ghost bu tarz CDN sağlayıcılar ile çalıştırılabiliyor.
  • Tüm site içeriği server tarafında hazırlanıp servis ediliyor. İçerik göstermek için JavaScript'e bağlı değilim. Site şu an jQuery kütüphanesini çekiyor ancak bu gereksinimi de yakında ortadan kaldıracağım. Yine de sitenin bir sayfasının resimler hariç tüm içeriği, fontlar da dahil 120KB'ı geçmiyor. Bilgi içeren sitelerin JavaScript'e bu kadar abanmasını doğru bulmuyorum.
  • Sitedeki yazıları takip etmenin tek yolu –Twitter'da link paylaşmam haricinde– RSS üzerinden. Herhangi bir şekilde kullanıcı maili toplayıp dönemlik bültenler göndermeyi düşünmedim. RSS okuyucular hem erişilebilirlik açısından kullanışlı, hem de yazılarım herhangi bir takipçi ara yazılım olmadan direkt çalışabiliyorlar. Okuyucular ne şekilde okumak istiyorlarsa okuyabilirler. Bu özgürlük sadece RSS ile mümkün.
  • Bilgi toplamak demişken, sitede ziyaretçi sayısı ve içerik okunma istatistikleri dışında herhangi bir veri toplama yazılımı bulunmuyor. Bu istatistikleri de ücretli, gizliliğe önem veren ve tamamen anonim veri sunan bir servis aracılığıyla yapıyorum. Asla Google Analytics gibi ücretsiz servisleri kullanmıyorum. Sitede ayrıca "Share on Facebook" "Post to Twitter" gibi veri toplama yaptığı anlaşılan butonlar da yok. Paylaşmak isterseniz sayfanın URL'sini alıp paylaşabilirsiniz.

Elbette bu site bitmiş değil. Kitap tavsiyeleri kısmını tamamladım, içeriği doldurduğumda herkese açacağım. Eylül ayında da kitapları grupladığım "iOS Programlamada Sıfırdan Ustalığa" tarzı listeler eklenecek. Sene sonuna doğru da geçmişte yaptığım işleri burada bulabileceksiniz.

Mevcut halini de iyileştirmek istiyorum. Önceliğim erişilebilirlik olacak. Web geliştirmeye çok uzak olduğumdan şimdilik bunu nasıl yapacağımı öğrenme safhasındayım. Mevcut site RSS üzerinden bunu çözüyor, fakat sitenin de erişilebilir olmasını istiyorum. Sonbahar gibi bunu da gerçekleştirmiş olacağım.

"Her hafta bir yazı" yayınlamaktan çok "daha derin, bilgi içerikli" fakat yayın sıklığı daha düşük bir yayın politikası benimseyeceğim. Yazılımcı - Tasarımcı ilişkisi, arayüz tasarımı ve yazılım geliştirme üzerine yazılar olacak. Medya diyetim, öğrendiğim günlük bilgiler gibi derlemeler de yazacağım. Haftaya askerlik görevimden dolayı kısa bir süre (2,5 hafta) uzak kalacağım.

]]>
<![CDATA[ Temmuz 2019 Medya Diyetim ]]> https://seyfedd.in/writing/temmuz-2019-medya-diyetim 5d35d9218f97f95f56f4641d Thu, 25 Jul 2019 15:55:01 +0300 Her ay seyrettiğim filmler, dinlediğim albümler ve okuduğum kitapları kısa kısa yorumlayacağım.

The Bookshop

İmkanım olduğunda butik bir kitapçı açma hayalim olduğundan beni çok etkiledi film. Duygusallığı kenara bırakıp baktığınızda ortalama bir film. (C)

Isle Of Dogs

Wes Anderson'un en iyi filmi değil ancak stop motion animasyon prodüksiyonu olarak seyrettiğim en iyi filmlerden biri. Seslendirmeler de başarılı. Hikaye de idare eder. (A-)

Dijital Minimalizm

Akıllı telefonların insanları ne denli etkilediğini iyi anlatan bir kitap. Bu kapandan nasıl kurtulabileceğimizin reçetesini de içeriyor. Detaylı incelemem Goodreads'de:
http://goodreads.com/review/show/2551339884 (B)

Korkuyu Beklerken — Oğuz Atay

Okuduğum ilk Oğuz Atay kitabıydı. "Korkuyu Beklerken" ve "Beyaz Mantolu Adam" kitapta iki beğendiğım öykü oldu. Gerisi pek etkilemedi. (C-)

Flexible Typesetting

A Book Apart'ın kötü kitabı yok sanırım. Typekit'in kurucularından Tim Brown, web platformunda font seçiminden yazının hangi kurallara göre ayarlanması gerektiğine kadar bir çok konuyu, güncel CSS ve HTML örnekleriyle anlatıyor. Son derece faydalı buldum bu siteyi de tasarlarken. (B+)

A Game of Thrones

Bu kitabı okumak için özellikle düzgün bir sert kapaklı baskısının çıkmasını bekledim. Aynı kalite ile 2. kitap sene sonu çıkıyor, o zaman devam edeceğim.

Dizinin mantık dışı finalinden sonra kitapları okumaya başladım. İlk sezonu 2 defa seyretmiş olmama rağmen yine aynı heyecanı yaşıyorum. Olaylar insanın sinirleriyle oynuyor. Martin'in yazım tarzı da harika, sizi dünyanın içine çekiyor, kitabı bırakmak istemiyorsunuz. (A)

Chernobyl

Çernobil gibi bir facianın mini-dizisi nasıl yapılabilirse öyle yapılmış. Olaya farklı taraflardan(devlet, halk, doktorlar, asker gibi) yaklaşması, bilimsel konuların basitçe ve ustalıkla anlatılması, seyircide bırakılan çaresizlik hissi, hepsi bir bütün olarak mevcut. (A-)

Wobbler - From Silence to Somewhere

46 dakika 33 saniyelik progresif rock ziyafeti. Başından sonuna nasıl geldiğimi anlamıyorum (A+)

]]>
<![CDATA[ Boyner Hopi Uygulaması: İyi, Kötü ve Çirkin ]]> https://seyfedd.in/writing/boyner-hopi-uygulamasi-iyi-kotu-ve-cirkin 5d2f3df88f97f95f56f463de Sun, 10 May 2015 21:41:00 +0300 Son zamanlarda insanların ağzına takılan reklam şarkısıyla, reklam panolarında ve mağaza vitrinlerinde adını fazlasıyla duyuran Hopi uygulamasını kullandığımda dikkatimi çeken bazı noktalar olmuştu.

Sosyal medyada da böyle bir isteğin oluşması sonucu bu yazıyı hazırladım.Uygulamanın bütçesi, zaman kısıtlaması, müşteri istekleri gibi kısımları bilmediğimden olabildiğince varsayım yapmadan yazmaya çalıştım.

Onboarding (Karşılama)

Kullanıcının bütün deneyim hakkında fikir sahibi olması ve uygulamaya bağımlı hale gelebilmesi için en önemli kısım, karşılama kısmıdır. Tüm deneyimin genel tonunu ayarlar, aynı zamanda uygulamanın en fazla emek isteyen tarafıdır.İlk Ekran(Kötü) Halihazırda kayıtlı olan kullanıcıyı yönlendirecek bir arayüz elemanının olmayışı çok büyük bir eksiklik. Butona basınca sistemde kayıtlı bir telefon numarası verildiğinde ilgili kullanıcıya yönlendiriliyor olsanız da, Hopi’nle Tanış butonunun yazısı yeni tanışacak kişilere yönelik yazılmış.(Çirkin) Scroll edilebilen ekranda her scroll edişimde, her ekranda sabit olan elemanların da kayması görsel olarak eksi. Her seferinde yeri sabit olan logonun, butonun ve arkaplan resminin sabit kalıp, her scroll’da arkaplandaki resim ile yazının kayarak gelmesi çok daha hoş gözükürdü. (Airbnb uygulaması buna iyi bir örnek)Telefon Numarası ve SMS Doğrulama Ekranı(İyi) Anında telefon alanına focus olması ve klavyenin hazır çıkması. Telefon numarası geçerli olduğu anda butonun renginin açılması. SMS Doğrulama ekranındaki Yeniden Gönder butonu.(Kötü) Telefon numarası giriş ekranından geri dönüş yok.

Kayıt Formu(Kötü)

Yazılım kısmıyla ilgili bazı eksiklikler var, doğum tarihi değiştirildiğinde form Tamam’a basmadan güncellenmiyor. Form ekranına geldiğimde uygulamayı kapatsam, silsem ve yeniden yüklesem dahi uygulama beni kaydetmiş sayıyor ve her açtığımda form ile karşılaşıyorum. Geri dönüş butonu da olmadığından başa dönmem mümkün değil. Uygulamayı silip, 1 sene sonra yeniden yüklesem, karşıma çıkan form beni bir hayli şaşırtırdı. Bu “özellik” sayesinde annemi de Hopi’ye üye yapmak zorunda kaldım.(Çirkin) Form doldurmak, yeni bir başlangıç yapmak demek. Genelde yeni başlangıçlar temiz, beyaz bir sayfa ile ilişkilendirilir. Arkaplanın bulanık olması ve kullanılan yüksek saturasyonlu renkler, okunmayı zorlaştırmış. Uygulama içinde aynı form beyaz arkaplanda gösteriliyor. Yazı tiplerinde de satır arası boşluklar, karakter büyüklükleri yanlış.

Tutorial Ekranı

Burada uygulamanın reklam bütçesine bakarak, uygulamanın bütçesinin çok yüksek olduğunu varsaymak istiyorum.Bir dizi resim gösterip uygulamanın nasıl kullanıldığını anlatma stili çok eskide kaldı. Bunun yerine, uygulamanın ana özelliklerini, basit bir şekilde kullanıcıya kullandırarak öğretme, çok daha müthiş bir deneyim sunuyor. Eğer uygulamanın ana özelliklerinden biri mağaza kartlarını sisteme ekletmek ise, kullanıcının bunu yapabileceği bir arayüz sunmak, yani kişiyi soğuk denize atmadan yavaşça alışmasını sağlamak daha iyi bir tercih olabilir:

Hızlıca hazırladığım görsel.

Ana Uygulama(İyi)

Uygulamada Tab Bar kullanılması çok iyi. Hamburger Menü’nün kullanıcı deneyimi açısından negatif etki yarattığı, veriyle de desteklenerek kanıtlandı.(Kötü) Arayüzün tepesinde büyük yardım butonlarının olması iki şeyden birini gösterir: Ya uygulama yapması gerekenden çok daha fazla şey yapıyor, ya da açılıştaki tutorial akılda kalıcı değil.Her tap yaptığımda yükleniyor animasyonun kaybolmasını beklemek can sıkıcı. Kodladığım Haber7 iOS uygulaması yayınlandığında beni en çok şaşırtan veri, Türkiye’de kullanıcıların genelde Edge hızında internete bağlanıyor olmasıydı. Telefonumda Network Link Conditioner’ı kullanarak hızımı Edge hızına düşürdüm ve Hopi’yi açtım (video 8 kat hızlandırılmıştır):Bazı ekranlarda 1 dakikayı geçen süreler beklemek zorunda kaldım ve sonucunda internetimi kontrol etmemi ve yeniden denememi söyledi. Bu durumda arayüzde yenileme butonu bekledim fakat göremedim.Lazy loading ile offline caching tekniklerini birleştirerek, arayüzü kilitlemeden, kullanıcıya yeni verinin geldiğini rahatsız etmeden sunmak, genelde daha iyi deneyimlere yol açıyor.(Çirkin)

Yazıların hizalanmasından, arayüzdeki herşeyin birbirine olan mesafesi, beyaz alan kullanımı, şeffaflık miktarına kadar bütün arayüz nasıl desem, doğru hissettirmiyor. Neden ikonlar resimlerin %10 içerisine giriyorlar? Neden başlıklar havada bağımsızlığını ilan etmiş durumda, başka bir elemana göre hizalanmamış? Ve en çok dikkatimi çeken, neden uygulamadaki her yazı farklı stil ile yazılmış? Aynı ekranda 4–5 farklı stil var.Tab Bar kullanmak ile ilgili bir not daha: Tab Bar’ı görsel olarak test etmenin en iyi yolu, ekran görüntülerinin siyah-beyaz hallerini incelemektir. Seçili olan tab belirgin değilse, belirgin hale getirmekte fayda var. Hopi’nin Tab Bar’ı şekil olarak Instagram’a çok benzediğinden onunla karşılaştırma yapayım:

Hangisi seçili?

Bu sebeple Apple hem renk körü olan insanları düşünerek hem de daha anlaşılır olması adına, çizgisel-dolu ve çizgisel-kalın çizgili ikonlar kullanıyor ve programlarken hazır çözümler sunuyor:

App Store’da arama tab’ı seçiliyken büyüteç ikonunun çizgisi kalınlaşıyor ve rengi değişiyor.

OklarSon olarak bahsetmek istediğım bir konu da oklar. Birçok uygulamada bu hatayı görüyorum. Arayüzdeki okların sözlükteki tanımı şu şekilde:Yön veya yer göstermek amacıylabelli yerlere konulabilen oka benzeyen işaret.Hopi’de profil ekranında kullanıcın alabileceği bazı aksiyonların listesi bulunuyor.

Buradaki okların yönünün aksine, bazı aksiyonlar aşağıdaki tablar arası geçiş yapıyorken, bazıları da okların gösterdiği doğrultuda sağa doğru yeni ekranlara devam ediyor. Ok yönüne ters hareket eden aksiyonlardan okların kaldırılması kafa karışklığını gidermede yardımcı olacaktır. (Kötü)


Sonuç

Geçenlerde bir dergide, iA Writer’ın yapımcısı Oliver Reichenstein ile yapılan bir ropörtaj okumuştum. Şöyle diyordu: “İyi bir tasarımcı, müşterisini iyi göstermek yerine, onun iş ilişkilerine ve elde edeceği faydaya odaklanır.”
Bu bağlamda Hopi’nin başarılı bir uygulama olduğunu söyleyebiliriz, zira 1 milyon kullanıcıyı geçmiş bulunmaktalar. Yine de bu seviyede bir uygulama daha iyi yapılabilir miydi? Kesinlikle.

]]>
<![CDATA[ Your website tells a lot about you ]]> https://seyfedd.in/writing/your-website-tells-a-lot-about-you 63c14296c9ae3304e74bfd29 Sat, 14 Jan 2023 18:39:52 +0300 If I visit a product's website and see their choice of fonts are either: Poppins, Open Sans, Montserrat, or anything that's free and used widely (with some exceptions), I get the sense that the attention to detail in that product will be lacking.

These are not bad fonts, but I've rarely seen them used good. Bad typography is an indicator for lack of attitude towards design.

Your website is the place your prospects will start to learn more about you. It's the first point of contact. Show them that you care, and you'll convert more.

Good typography lays out the foundation and you need to fill the rest with great copywriting and narrative. Try to convey what your product does, who it's good for and how it does it with short, concise sentences. Strengthen your claims with visuals and you have a good website.

Don't forget the parts that will help convince undecided users. These are current customer companies, testimonials, reviews (if you have multiple). And put multiple CTA sections that has only one main button that leads users to try your product or book a demo, whatever you want convinced users to do next.


Example: Linear's Website

Linear's new website is liked by many, so let's use that as an example. Keep in mind that Linear is aiming for teams that make software, which they explicitly tell in their website (who it's good for)

A single CTA in the middle of the screen

They have a strong headline and explain what they are aiming to do. A single CTA and a full screenshot of their product's screen above the fold. Displaying product user interface (UI) is a sign of confidence.

Then we get the trust section: who's using Linear already. Using this early boosts good impressions about the product. Social influence increases sales. That's why expensive watch companies are using famous actors in their ads. Buy the watch DiCaprio uses or whatever.

Next section is what Linear does differently - how they compare with the competition. All software teams –unless they are complete amateurs–  use some form of issue tracking and project management software. Visitors of this website already know what's lacking about theirs. Displaying these right after the hero section seems legit in this case.

Last section before final CTA, they introduce their most prominent features one by one, starting with the most used: issue creation.

Software that will be a part of your development process is as strong as it's integrations. Last section of the short feature tour mentions integrations, and they have another landing page listing all of them.

Main page ends with a final CTA section that leads the prospect to start using Linear. Users who read the website fully and decide to give the product a chance are looking for a way to do it. Don't make them scroll all the way up. Either keep your navigation with a CTA button visible at all times, or add a CTA section at the end. Linear does both.

A second button in the CTA section downloads the app. It's the second action they want their users to do. It's also for current Linear users that want to download the app on their fresh machine.

To summarize, this is Linear's narrative: what the product does, big companies are already using them, how they're different from the similar software you're already using. Clearly demonstrate how you do product management and issue creation easily, and how it'll fit into your current process right away.

Narrative is clear and — in unique style. Since its release, a lot of products are copying Linear's visual style. I would recommend you to find your own style instead.

Set your narrative, tell your story in a simple way, and care about every design detail.

]]>
<![CDATA[ Podcast Nasıl Yapılır ]]> https://seyfedd.in/writing/podcast-nasil-yapilir 6281644b00e5c7579c74483e Sun, 19 Jun 2022 19:40:49 +0300 Gündemi takip edenler Creators Economy (Yaratıcı Ekonomi) konusunun çok fazla konuşulduğunu fark etmişlerdir. Creators Economy kısaca kişilerin ürettikleri kitap, podcast, video eğitim seti gibi “içerikleri” satarak kendi geçimlerini sağlamaları demek.

Yaklaşık 1 yıldır Mert Bulan ile birlikte yayınladığımız Farklı Düşün podcasti ile bu ekonominin azıcık ucundan bir parçası olduğum için bir podcast yapım rehberi hazırladım.

Konu Belirleme: Ne Konuşacağız? İnsanlar bizi neden dinlesin?

Her düzenli iş gibi podcast de ciddi emek ve istikrar istiyor. Bu yüzden önce neden podcast yapmak istediğinizi iyi belirlemeniz gerekiyor. Para kazanmak için giriyorsanız başarılı olma ihtimaliniz düşük. Öncelikle insanların ilgisini çekecek, kitle oluşturabilecek bir konu veya konsept bulmanız gerek.

Biz Farklı Düşün podcasti için Apple ve teknoloji konusunu seçerken bir yandan da okuduğumuz kitaplardan bahsederiz demiştik. Sonrasında dijital zanaatkarların ilgilenebileceği yan konuları ele alan bir podcaste dönüştük.

Konu seçerken podcast medyumuna uygun olduğuna emin olun. Görüntüyle daha iyi aktarılabilecek konular ve konseptler için YouTube kullanmanız daha doğru olacaktır. Radyo programı yapacağınızı düşünerek konuyu seçmeye çalışın.

Podcast Formatları

Radyo programı örneğinden devam edelim, türlü çeşit podcast var. Bir komedyenin şaka bulmak için her hafta kaydettiği monolog, bizim gibi iki kişinin karşılıklı konuştuğu, ikiden fazla kişinin konuştuğu, bir konu ile ilgili soruların farklı uzmanlara sorulup derlendiği podcastler mevcut. Bununla birlikte radyo tiyatroları, sezonluk hikayelerin anlatıldığı, araştırmacı gazeteciliğin yapıldığı podcastler de var. Kısaca sesle oluşturulabilecek her türlü içerikten podcast üretiliyor.

Bölümlerin süresi de bir hayli önemli. 5 dakikalık haber özeti yapan da var, bizim gibi 1,5 saat farklı konular hakkında detaylı sohbet edenler de. Podcastler genelde arabada ya da ev işi yaparken dinleniyor. Uzun podcastler birden fazla seansta bitiriliyor. Bu yüzden Farklı Düşün’de fayda sağlamak ve harcanan zamanın karşılığını vermeye çalışıyoruz.

Seçtiğiniz format eğer sizin dışınızda başka bir host içeriyorsa, o kişinin doğru kişi olması çok önemli. Mesela bizde Mert ile ben farklı karakterlerde insanlarız, karşıt görüşlerimiz var ve hayata bakışımız farklı. Bu da konuştuğumuz konuların farklı yönlerden ele alınmasını sağlıyor.

Podcast Kaydı Nasıl Yapılır

Ekipman

Nasıl bir bardak kahvenin %99’u suysa, podcastin de %100’ü sesten oluşuyor. Podcast kaydında ses kalitesi her şeydir. Ses kalitesi düşük olan, sesin boğuk geldiği ya da cızırtılı olduğu bir podcasti kimse dinlemez.

İyi sesi de iyi bir mikrofon ile kaydedebiliriz. Bilgisayarın ya da kulaklığınızın mikrofonu ile olmaz.

Kayıt için iki tip mikrofon var: Dinamik ve Kondenser (Condenser). Eğer odanızda yankı çoksa veya arka plan gürültüsü olacaksa dinamik bir mikrofon seçmenizde fayda var. Dinamik mikrofonlar siz yakın durdukça daha iyi ses alır. Kondenser mikrofonlar ise ağzınızdan daha uzakta durabilir fakat hassasiyetleri daha fazladır.

Mikrofonların bağlantı noktaları da önemli olan diğer nokta. Bazı mikrofonlar USB ile bilgisayara bağlanabiliyorlar. Diğerlerinde de XLR girişleri var. XLR girişi olan mikrofonları bilgisayara bağlayabilmek için bir ses kartı (audio interface) almanız gerekiyor. Ses kartları 1500-8000 lira arası fiyatlara sahip. Mikrofon giriş sayısı ve kaliteye göre fiyat artıyor ancak aynı ortamda birden fazla mikrofon ile kayıt alınacaksa bu tarz bir ses kartı şart.

Mikrofon tavsiyesi isteyenler için birkaç tane tavsiye vereceğim:

Blue Yeti (Kondenser | USB)
Benim de Farklı Düşün’de kullandığım mikrofon. Kondenser olduğundan kendime 20-30 santim mesafede kullanıyorum. 8 yıl önce almıştım, sorunsuz kullanıyorum. Fiyatı iyi ancak gain miktarı artınca bazı modelleri dip gürültüsü yapıyormuş. 4 tane modu olduğuna da kanmayın, sadece bir tanesi işe yarıyor.

Rode MT1-A (Kondenser | XLR)
Kondenser mikrofonlar arasında en beğenilen modellerin başında geliyor. Enstürman ve vokal kaydında da oldukça başarılı. Seslerin detaylarını iyi alıyor. İyi bir bütçeniz ve sessiz bir kayıt ortamınız varsa ve podcastinizden bu mikrofonu karşılayacak bir gelir elde ediyorsanız uzun yıllar sorunsuz kullanabilirsiniz. Rode ürünlerinde 10 yıl garanti de cabası.

Shure MV7 (Dinamik | USB & XLR)
Mert’in kullandığı mikrofon. Bence podcast için alınıp yıllarca sorunsuz kullanılabilecek, fiyat performans olarak en iyi mikrofonlardan biri.

Rode PodMic (Dinamik | XLR)
İyi bir ses kartınız varsa bu fiyata alabileceğiniz en iyi mikrofon.  Son 4-5 bölümü bu mikrofonla yaptım, yapmaya devam edeceğim.

Elbette bunların dışında başka iyi mikrofonlar da var, hatta araştırdıkça içinde kaybolacağınız bir çeşitlilik var. Ben sadece denediğim ve kalitesinden emin olduğum modelleri anlattım.

Yine de başka bir model alacaksanız kaliteli olduğundan emin olun ve mutlaka bir vidalama (mount) girişi olsun. Zira mikrofonun pozisyonu çok önemli ve bunu da masaya monte ettiğiniz bir mekanik kol ile sağlıyorsunuz. Bazı mikrofonlar kendinliğinden ayaklı oluyor ve mekanik kollara monte edilemiyor.

Mekanik kol olarak da 200-300 liralık çin malı kollar var. Ben ilk bölümlerde öyle bir model ile başladım. Hareket alanı biraz daha kısıtlı olmasına rağmen iş gördü ancak 6-8 ay sonra tutmamaya ve masa kıskacı tarafından deforme olmaya başladı. Ben de Elgato’nun alçaktan gelen Low Profile kolunu satın aldım. Herhalde 10-20 yıl sorunsuz kullanırım bunu, o kadar kaliteli. Rode markasının kolu da çok kullanılıyor ve eminim kalitelidir.

Elgato Low Profile Boom Arm
Piyasadaki çoğu mikrofon tutucu yukarıdan dirsek şeklinde uzanırken, masaya paralel, alttan uzanan kol bulmak çok zordu. Elgato yeni ürünüyle bu eksikliği gidermiş. Malzeme kalitesi ve özellikleriyle son derece kaliteli.

Rode Boom Arm
Rode'nin yukarıdan uzanan kolu da en kolay bulunabilen mikrofon tutucu. Fiyatı da kaliteli bir tutucuya göre iyi.

Hangi mikrofonu alırsanız alın, internette her marka ve model için ses kaydı için doğru pozisyonlama konusunda videolar oluyor, onlara danışarak ya da deneme yanılma ile iyi pozisyonu bulabilirsiniz.

Artık kayda geçebiliriz.

Kayıt Yazılımı

Konu belli, ekipman hazır, artık kayda başlayabiliriz. Eğer aynı ortamda birden fazla mikrofon ile kayıt yapılacaksa, Garageband, Logic Pro, Adobe Audition gibi yazılımlar kullanabilirsiniz. Her mikrofon için farklı bir ses kanalı oluşturup kayda başlamanız yeterli.

Tabi herkes aynı ortamda konuşabileceği konuk bulamıyor. İnternet üzerinden kayıt yapmak gerektiği durumlarda, bu iş için özel yazılımlar kullanmanız gerek. Zoom ya da Skype gibi yazılımların ses kaliteleri podcast için çok düşük, ayrıca internet kalitesi dalgalanmalar yaşadıkça kesintiler oluşuyor. Bunu çözmek için online görüşme yazılımı ile görüşürken eş zamanlı olarak konuşmacıların kendi bilgisayarlarında lokal kayıt almaları da başka bir yöntem. Burada da ses dosyalarının kayıt sonrası iletilmesi ve sonrasında edit sırasında ekstra iş çıkması problemi var.

Bu problemleri aşmak için Zencastr veya Riverside.fm gibi yazılımlar kullanıyoruz. Bu yazılımlar hem görüntülü görüşme yazılımı içeriyorlar, hem de kayıt esnasında konuşmacıların bilgisayarlarına kaliteli kayıt alırken, bir yandan da internetin izin verdiği doğrultuda bu kaliteli kaydı arkaplanda clouda yüklüyorlar. Kayıt bittikten 2 saniye sonra her konuşmacının kaliteli kaydını tek tıkla indirebiliyoruz. Hepsi aynı uzunlukta oluyor, bu da edit sırasında müthiş kolaylık sağlıyor. Zencastr’ın içinde kayıt esnasında dipnot ekleyebileceğiniz veya diğer konuşmacılarla mesajlaşabileceğiniz bir chat modülü de var.

Bu dipnot özelliği ile kayıt sırasında kesilecek bir kısım varsa tek karakterlik bir dipnot bırakıyorum, böylece editte tam hangi dakikaya keseceğim belli oluyor.

Zencastr (Ücretsiz (MP3 kayıt) | WAV kayıt için aylık $19)Videolu veya sesli podcast kaydedebiliyor. Bölüm sınırlaması yok.

Riverside.fm (Aylık 2 saate kadar kayıt bedava, 5 saat $19, 15 saat $29)Daha kaliteli bir arayüzü var ancak ücretleri her hafta podcast çıkartmak için bir hayli yüksek.

Editing ve Post-Processing

Kayıt bittikten sonra podcasti olduğu gibi yayınlayanlar da var ancak az bir eforla çok daha iyi bir prodüksiyon kalitesi ekleyebilirsiniz. Her kayıtta mutlaka kesilmesi gereken bir yer oluyor. Konuşmacıların ses seviyeleri ve mikrofonlarına göre ayrı işlemler yapmak da gerekiyor. Bölümün başına ve sonuna bir intro ve outro jingle ekleme de olunca bir ses işleme yazılımına ihtiyaç var. Biz Logic Pro kullanıyoruz ancak Apple’ın Garageband uygulaması da olur. Adobe Audition, açık kaynak Reaper veya Audacity gibi uygulamalar da kullanılabilir.

Logic Pro pahalı ancak özellik olarak da bir hayli fazla ve ücreti bir sefer veriyorsunuz. Bu yüzden tercih ettim.

Kesme biçme ve intro/outro ekleme işi bittikten sonra ses seviyelerini düzenliyorum. Burada Channel EQ, Compressor, Adaptive Limiter, Gain gibi araçlar sizin en iyi dostunuz olacak.

En son olarak da kanallarda konuşmanın olmadığı kısımları silen bir fonksiyon kullanarak arkaplanda oluşabilecek minik sesleri de ortadan kaldırıyorum.

Bir bölümü editleyip hazır hale getirmem ilk bölümde 1 saat sürerken artık otomasyonla 10 dakikaya kadar indi.

Intro / Outro

Podcastinizin tonunu belirleyecek bir jingle bulmak biraz zor. Telif konusunda çok katı incelemelerden geçiyorsunuz, bu yüzden telif hakkı satın alınmış bir müzik bulmanız gerek. Ya kendiniz yapacaksınız, ya da bu tarz müzikleri kiralayan/satan sitelerden alacaksınız. Biz Epidemic Sound’dan aylık üyelik aldık. Üyeliğiniz iptal olduğunda telif hakkı ihlali gönderebiliyorlar, dikkat etmek gerek.

Yayınlama

Artık elinizde dinlenebilir bir bölüm var ve bunu tüm dünyaya açmak istiyorsunuz. Öncelikle bu bölümü dağıtacak bir sunucuya ihtiyacınız var. Spotify ve Apple da dahil hiçbir podcast uygulaması sizin bölümlerinizi kendi sunucularında barındırmıyorlar. Bunu sizin yapmanız ya da podcast hosting servislerinden birini kullanmanız gerek. Biz Simplecast kullanıyoruz.

Simplecast’te üyelik aldıktan sonra podcastinizin adı, açıklaması ve kapak görseli gibi bilgileri giriyorsunuz. Daha sonra bölüm yükleyebiliyorsunuz. Podcastinizi merak edenler için 1-2 dakikalık bir trailer da kaydedip koyabilirsiniz.

Simplecast sizin podcastinizi tüm platformlara dağıtıyor (Apple Podcasts, Spotify, Google Podcasts ve Amazon Podcasts. Diğer tüm uygulamalar bu dördünden birini kaynak olarak kullanıyorlar). Ek olarak bütün bu platformlardaki verileri de tek bir sayfada topluyor.

Podcast dağıtımı bir XML feed vasıtası ile çalışıyor. Simplecast sadece yeni bir XML dosyası oluşturuyor yani. Bu dört platform da periyodik olarak bu XML dosyasını okuyor ve güncellenmiş mi diye kontrol ediyor. E peki bu dört platform bizim podcast yaptığımızı ve hangi linkten XML’i okuyacağını nereden bilecek?

Podcast Başvuruları

Hangi platformda yer almak istiyorsanız oralara başvuru yapmanız gerekiyor.

Apple

Apple’a mutlaka başvurmanız gerek zira bütün üçüncü parti podcast uygulamaları Apple’dan alıyor veriyi. Apple’da podcastiniz yoksa bir podcastiniz yok diyebiliriz. (Spotify’a özel yapmak istemiyorsanız tabi)

podcastsconnect.apple.com adresine giderek oradan bir hesap açmanız ve podcastinizi eklemeniz gerek. Bu işlem 1 hafta - 10 gün sürebiliyor. Plan yapıyorsanız ona göre yapın. Elinizde bir bölüm olsa bile bunu yayınlamanız 10 gün sonra olabilir. İlk bölüm için erkenden söz vermeyin veya duyuru yapmayın yani :)

Spotify

podcasters.spotify.com adresinden podcastinizi ekliyorsunuz. Sanırım bizim başvurumuz 20 dakika sürmüştü. En çok da Spotify üzerinden dinleniyoruz, bu sebeple Spotify’a da mutlaka başvurun.

Google Podcasts ve Amazon Podcasts

Bu platformlar siz başvurmasanız da bir zaman sonra size mail atıyorlar ancak en baştan bu ikisine de başvurmanız iyi olur. Amazon’a başvurduğunuzda Alexa entegrasyonu da geliyor, hoş bir pazarlama yöntemi olabilir :)

İlk Bölüm Yayınlandı, Şimdi Ne Yapalım?

Bu aşamaya kadar geldiyseniz, tebrikler, podcast dünyasında artık siz de varsınız. İlk bölümle birlikte bir fragman bölumü çekebilirsiniz. Bölümleri uzun olan podcastleri merak edenler içın 1-2 dakikalık bir özetle niçin bu podcasti yaptığınızı, dinleyenleri nasıl bir içeriğin beklediğini anlatabilirsiniz. Bu kaydı, bahsettiğim podcast yayın platformlarında Trailer (fragman) bölüm olarak işaretlemeniz gerekiyor.

Elbette ilk bölümü yayınladıktan sonra dinlenmesini sağlamanız gerek. İlk etapta sadece sizi sevenler dinleyecek (önceden çok meşhur birisi değilseniz). İyi işler çıkardıkça sizi dinleyen ve seven insan sayısı da yavaş yavaş artacaktır. Ben bu yazıyı tamamlarken Farklı Düşün Türkiye'de teknoloji kategorisinde 1. sıradaydı, tüm podcastler arasında da 7. Bu noktaya gelene kadar neler oldu, nelere dikkat ettik, onları da başka bir yazıda açıklayayım.

Umarım okuyana faydalı olmuştur. Eğer yazıyı beğendiyseniz paylaşırsanız ve arkadaşlarınıza bahsederseniz çok memnun olurum.

]]>
<![CDATA[ Assassin's Creed: Valhalla Review ]]> https://seyfedd.in/writing/assassins-creed-valhalla-review 622d1e1500e5c7579c744793 Sun, 13 Mar 2022 01:50:35 +0300 Verdict - It's like flavored, cheap gum: It tastes nice at first, but you regret chewing it after a while.

4/10

This game made me never want to play another action adventure game again. The premise of it was great: you play a viking clan leader, trying to find a permanent home in Brittania. You have a settlement, you can upgrade it, go on raids and make alliances with different regions. Battles looked fierce, it had a large map and lots of different quests to pursuit.

I stopped playing Assassin's Creed games after Ezio's story ended. I also didn't play any of the games after the gameplay style "reboot" that started with Origins. Valhalla was a fresh experience.

First 15-20 hours were great. I didn't mind going with NPC's to the quest areas, were eager to do more raids and keep the story going. But after the 20-30 hour mark, the game became so repetitive and dull, I started to distance myself from the game. I played it a few hours each week. It took me a year to complete the game, hence the date of this review. You feel like you've seen everything after 30th hour, and the game keeps giving you the same type of quests, similar dialogs and side quests that you regret after completing them. I managed to finish the game in 90 hours. Assassination skills and stealth are meaningless and doesn't reward the player in any way. I tried to clear every region I went to fully, and I leveled up so much that I managed to kill the final boss in 2 hits. World map is very large, and there are large empty spaces that made exploring a chore. Going from one place to another takes very long, and even main quests make you listen to an NPC that talks to you while you go to his hunting lodge at the very end of the map.

If the game had cut its map size to a one third, and made the game shorter like 20-25 hours, this would have been a great game. But here we are, playing a copy and paste, bloated Ubisoft game again.

]]>
<![CDATA[ Battlefield 2042 Beta Review ]]> https://seyfedd.in/writing/battlefield-2042-incelemesi 61a76b3f00e5c7579c744782 Sat, 09 Oct 2021 18:00:00 +0300

This game felt like those cheap clone games that alter a popular franchise's name to gain attention.

I wouldn't be surprised if someone told me that this is BattlefieldS: 2042 made by an unknown dev, I would have believed it. This is not a battlefield game, this is not a fun game, and on top of these, this game is not working. It should be delayed an entire year, but knowing EA, it won't.

I really don't want to spend time to write a longer review since the developer/publisher didn't respect the gamers with this game.

3/10

]]>
<![CDATA[ Derin Düşünme ve Odaklanma Becerimi Geri Kazanma Hikayem ]]> https://seyfedd.in/writing/derin-dusunme-ve-odaklanma-becerimi-geri-kazanma-hikayem 609e7922812d913cce61d416 Wed, 19 May 2021 02:28:00 +0300 Yaklaşık 6 hafta önce, şu twiti attım:

Bu Twitter’da sıkça karşılaştığımız, anlık kararla alınmış bir sosyal medya detoksu duyurusu gibi duruyor, ancak öyle değil. Aylar önce yaptığım bir planın parçası.

2-3 yıldır derin düşünme ve odaklanma becerimi kaybettiğimin farkındaydım. Uzun vadeli planlar yapamıyor, hep günü ve haftayı yaşıyordum. İşim söz konusu olduğunda odaklanma problemi yaşamıyordum, çünkü işleri bitirmem gereken bir zaman dilimim oluyordu. Yine de kendimi verimsiz hissediyordum. Günde 3-4 saatlik odaklı çalışmayla bitirilebilecek işleri ben 8-9 saate yayıyordum.

İş dışında yapmak istediğim bir sürü şey varken, bunları yapacak zamanım yoktu. Bu konular üzerinde uzun vadeli planlar yapmak istiyor, fakat bir türlü harekete geçemiyordum. Olur da gün içerisinde boş kalırsam, zihnimi türlü düşünceler kaplıyor, çok alakasız konuları aynı anda düşünüyordum.

Beynim eskisi gibi çalışmıyordu. Başlarda bunun büyümenin bir doğal sonucu olduğuna kanaat getirdim. Bir eş ve bir baba olmak kolay değildi. Fakat durumdan da hiç memnun değildim.

Konu üzerine okumalar yapmaya başladım. İnternetin beynimiz üzerindeki etkisi nedir?, Odaklı çalışmayı nasıl sağlarız?, Telefonda az zaman geçirmeyi nasıl sağlarız?, zaman yönetimi ve planlama konusunda kitaplar okudum. Bu sorulara cevaplar almış olmama rağmen harekete bir türlü geçememiştim. Sürekli denemelerim oldu ancak cılız kaldılar. Bu kitapları yazının sonunda listeleyeceğim.

2021 yılının başlarında, pandeminin de verdiği sıkıntıyla kesin adımlar atmaya karar verdim. Nisan-Mayıs aylarında hayatımdaki tüm dikkat dağınıklığına sebep olan şeylerden olabildiğince kurtulacaktım. Daha fazla kitap okuyacak, yazı yazacak, yan proje yapacak ve en önemlisi daha fazla zihnimi boş bırakacaktım.

Her problem çözümünde olduğu gibi, ilk önce analiz ve tespitle başladım. Günde neye ne kadar vakit ayırıyorum? Günüm nasıl geçiyor?

Apple’ın işletim sistemlerinde Screen Time adında bir araç var. Gün boyu hangi uygulamaya ne kadar vakit ayırdığımızı belirtiyor. Buradaki verileri 1 hafta boyunca gün gün not ettim. O gün yaptığım diğer işleri de kabaca not ettim.

Günde 11 saatim ekran başında geçiyordu. Bunun 7 saati bilgisayar, 4 saati de telefondaydı. Ve günde en az 3 saat sosyal medyaya vakit ayırıyordum. 1-1,5 saat YouTube mutlaka oluyordu. Durum vahimdi. Ancak daha da kötü olan, bu sosyal medyaya ayrılan vakitlerin hepsi güne yayılan 3-20 dakikalık seanslardan oluşuyordu.

Eğer her boş vakitte (kod derlenirken, markette sıra beklerken, suyun kaynamasını beklerken) eliniz sosyal medyaya gidiyorsa, beyninizin yapısı değişmiştir

İlk yapılacak şey belliydi, sosyal medyayı tamamen hayatımdan çıkartmak. Bu yönde adım atmadan önce Cal Newport’un Pürdikkat kitabında bu konu ile ilgili yazdıklarını okudum. Eğer her boş vakitte (kod derlenirken, markette sıra beklerken, suyun kaynamasını beklerken) eliniz sosyal medyaya gidiyorsa, beyninizin yapısı değişmiştir diyordu. Ve bunu geri döndürmenin çok zor olduğunu, aylar sürecek bir süreç olduğunu anlatıyordu. İlk adımda sosyal medyadan kesin olarak, öyle 1 günlüğüne değil, 30 günlüğüne ayrılmak gerekliydi. Eğer eksikliğini hissediyorsanız kontrollü olarak geri dönebilirsiniz diyordu.

Ben de buna karar verdim: Ramazan ayının başında en çok vakit ayırdığım sosyal medya olan Twitter’dan uzaklaşacaktım.

Yazının başındaki twiti attıktan 1 ay sonra her şey düzeldi demek çok isterdim, ama öyle olmadı. Gün içerisinde elim sürekli Twitter’a gidiyordu. Uygulamayı silmiş olmama rağmen browserdan giriyordum. Bunu görmek beni daha kararlı kıldı. Sene başında aldığım Freedom diye bir appi tüm cihazlarıma kurdum. Freedom, girmek istemediğiniz siteleri/appleri, belirlediğiniz bir çizelge içerisinde bloklayan bir servis. Sabah 7’den gece 11’e kadar Twitter’a yasak koydum. Aynı şekilde YouTube’a da sabahtan akşama kadar yasak koydum.

Gün içerisinde gördüğüm twitleri açmak istesem de, bloku kaldırmadım ve yasaklara tam anlamıyla uydum. 1 hafta sonunda düşünme ve odaklanma konusunda iyileşmeler görmeye başladım ancak bu sürecin eskiye dönmesinin 6 ay - 1 sene süreceğini tahmin ediyorum.

Şu an tamamen yasaklamanın üzerinden 2 hafta geçti. Twitter’ı, orada konuşulan konuların hepsini kaçırdım. Hiçbirini aramıyorum. Arkadaşlarla muhabbet sırasında bahsi geçiyor, ve neredeyse hepsi bilmeseydim olurmuş diyeceğim meseleler. Twit atıyorum, bir video ya da yazı yazdığımda bunun duyurusunu Buffer üzerinden yapıyorum, ancak akışı kesinlikle okumuyorum. Yalnızca gece 11’de Twitter’a girerek bir mention vs. gelmiş mi diye bakıyorum.

Google Reader kapandığından beri kullandığım RSS servisi Feedbin, Twitter hesaplarını takip etme özelliğini de içeriyor. Faydalı içerikler paylaşan ve belli konular dışında Twitter’ı kullanmayan hesapları da RSS uygulamama ekledim.

Gün içerisinde akışı bozan mini sosyal medya ziyaretlerini kaldırmış oldum. Peki kalan zamanı nasıl planlayacağım? Bence en zor kısım bu, zira her bağımlılıkta olduğu gibi, bıraktığınız şeyin yerini anlamlı başka şeylerle doldurmanız gerekiyor.   İlk olarak odaklı çalışma kısmını iyileştirmek istedim. İşleri dikkat dağınklığı olmadan, bloklar halinde yapmak istiyordum.

Odaklı Çalışma (Aynı anda tek iş yapma)

Kabul edelim, beynimiz aynı anda birden fazla işi yapmaya müsait değil. İşlemcimiz tek çekirdekli. Geçmişte verimli olabilmek adına markete giderken podcast dinlemem, spor yaparken sesli kitap okumam gerekiyormuş gibi düşünür, beynime anlamsız baskı yapardım. Okuduğum her biyografide, büyük işler başarmış insanlar bunun aksi bir şekilde çalışıyordu. Çalışırken müzik dinlemiyorlardı, gün içerisinde blok halinde 3-4 saat aynı konu üzerinde çalışıyorlardı. Pürdikkat kitabı bu konuda sürüyle örnek veriyor. (Bu yazıdan bir tavsiye alacaksanız, Pürdikkat’i okumanızı tavsiye ediyorum)

Ben de bu yönde günümü planlamaya önem verdim. Sabah toplantısından sonraki 3 saatte, o gün şirkette yapmam gereken işlere odaklanıyordum. Canım sıkıldıkça tüyebileceğim bir serotonin kaynağı olmayınca bunu yapmak kolaylaştı. Oğlum bu zaman diliminde arada benim yanıma gelse de, tek odağım bu olduğu için fazla dikkat dağınıklığı yaşamadım.

Bir faydalı teknik de Theodore Roosevelt’in üniversite yıllarında yaptığı gibi, zaman kısıtlaması koymak oldu. 2 saatte biteceğini tahmin ettiğim bir iş için 1 saatlik bir kısıtlama koydum kendime. Bu sayede o işi bitirmek için daha etkili yollar keşfedebiliyorum, daha etkili bir yol düşünemiyorsam da elim hızlanıyor. O zamanın ve mekanın kaybolduğu, ve sadece işe odaklandığım “flow” haline çabuk geçiyorum.

Bu 3 saatlik iş bloğundan sonra kahve molası geliyor. Öncesinde odaklanmam gereken zamanlarda “önce bir kahve yapayım” düşüncesi olurdu. Benim kahve yapmam da uzun sürdüğünden, önce bir 15 dakika burada kaybediyordum, sonra da 2 şey oluyordu: kahveyi içerken işe odaklanamıyordum, ya da kahvem soğuyordu.

Artık kahveyi yaptıktan sonra bir mola veriyorum. Oğlumla oyun oynuyor, ya da öyle bir manyak gibi hiçbir şey yapmadan koltukta oturuyorum.

Sabah yaptığım odaklı çalışma sayesinde o gün yapmam gereken işler büyük oranda bittiğinden, günün geri kalanı son kalan işlere, code review ve toplantılara kalıyor. Bunları da bitirmişsem 30 dakika - 1 saatliğine kitap okuyorum ya da RSS uygulamamı açarak takip ettiğim bloglarda yeni yazılar var mı diye bakıyorum.

Mesai sonrasında da ailemle vakit geçiriyorum. Akşam oğlum uyuduktan sonra kitaplara, hazırladığım videolara ya da yan projelere vakit ayırıyorum.

Gün sonunda bir sonraki günün planını yapmak çok önemli. Günü planlamayı sabaha bıraktığımda iyi olmuyor. Sabah kalkınca yapılacakların belli olması odaklanmamı arttırdı. Gece de daha rahat uyumamı sağlıyor. Henüz geceden planlamayı alışkanlık haline getiremedim. Arada kaçırdığım günler oluyor.

Uyku Düzeni (8 Saat Uyuyun)

Gereksiz boşluklardan kurtulduk, aynı anda tek işe odaklandık ve işleri bloklar halinde yaparak odak egzersizlerini de ekledik. Sırada uyku düzeni var.

Uyku konusunda bildiğim her şeyi Matthew Walker’ın Why We Sleep? — Niçin Uyuruz? kitabından öğrendim diyebilirim. Uyku konusunda son 200 yılda yapılan araştırmaları yalın ve akıcı bir dille anlatıyor. Daha sonra konu üzerine başka bir kitap daha okudum. Walker'ın kitabındaki her bilginin %100 doğru olmadığına kanaat getirdim ancak temelde anlattığı her bilgi faydalı ve ciddi araştırmalara dayanıyor.

Çok nadir görülen bir gene sahip değilseniz (ki değilsiniz), günde 7-9 saat arası uyumanız gerekiyor. İdeali 8 saat. Ve bunu aksatırsanız tüm beyin fonksiyonlarınız azalıyor, ölümcül hastalık riskiniz (kanser, kalp krizi, alzheimer gibi) çok yüksek oranlarda artıyor. Kafein alımını öğleden sonra durdurmanız gerek.

Ne zaman düzenli bir şekilde 8 saat uyusam, 3-4 günlük bir zincirden sonra bile odaklanma ve problem çözme becerimde dramatik bir artış gözlemledim. Kitapta da bahsedilen bir konu bu, NBA sporcularından düşünürlere bir çok insanda benzer testler yapmışlar ve sonuç benim gözlemlerimle aynı çıkmış.

Düzenli olarak kaliteli uyumak, dünyanın en zor işlerinden biri olabilir, hele bu çağda. Başarıldığında hayatınızda çok ciddi etkisi olacağı da kesin.

Dikkat Ekonomisi (Derin Düşündürmemek Kapitalizm'in En Kurnaz Planı)

Bu çağ demişken; dünya düzeninin sizi odaklı düşünmemek, plan yapamamak ve hayatınızı sorgulamaya fırsat buldurmamaya yönelik kurulduğunu düşünmeye başladım.

Her türlü eğlenceye erişimin anında olduğu bir zamanda yaşıyoruz. Sürekli seyredilmesi gereken bir dizi, dinlenilmesi gereken bir müzik, oynanılması gereken bir oyun var. Dikkat ekonomisi bu kadar vahşiyken, düşünmeye vakit kalmaması da gayet normal. Düşünemeyen, odaklanamayan ve okumayan bir insanlık, sürekli tüketmeye ve yönlendirilmeye mahkum olur.

Acaba komplo teorilerine inanan tiplerden biri mi oldum diye düşünürken, karşıma Neil Postman’ın Amusing Ourselves to DeathTelevizyon: Öldüren Eğlence — adlı kitabı çıktı. 1985 yılında yayınlanmış kitap, bugünkü dikkat ekonomisinin emeklediği bir dönemi anlatıyor; televizyonun toplum üzerindeki etkisini konuşuyor. Bunu yaparken de tarihten gelerek, bundan 100-200 yıl önceki toplumdan örnekler veriyor. İçerdiği bilgi yoğunluğundan ve Amerikan toplumundan verdiğı örneklerden dolayı okuması kolay bir kitap değil. Ancak  düşüncelerimi pekiştiren ve mevcut dikkat ekonomisinden çıkmam gerektiğini net bir şekilde ispatlayan bir kitap oldu.

Bugünden başlayarak gelecekte, odaklı çalışabilen insanlar diğerlerine tarihte görülmemiş bir biçimde fark atacaklar, bu kesin. Bu konuda kendimi çok eksik gördüğümden bir şeyleri değiştirmeye çalışıyorum.

Henüz dikkatimi eskisi kadar toplayamadım, bu uzun bir zaman alacak. Ancak 1 ay öncesinden çok daha iyi bir durumda olduğum da kesin. İlerleyen zamanlarda nasıl devam ettiğini de yazacağım.

Süreç boyunca okuduğum kitaplar:

- Pürdikkat (Deep Work) — Cal Newport
- Dijital Minimalizm (Digital Minimalism) — Cal Newport
- Zaman Yaratmak (Make Time) — Jake Knapp
- Televizyon: Öldüren Eğlence (Amusing Ourselves to Death) — Neil Postman
- Teknopoli (Technopoly) — Neil Postman
- Akış: Mutluluk Bilimi (Flow) — Mihaly Csikszentmihalyi
- Niçin Uyuruz? (Why We Sleep?) — Matthew Walker
- Uykunun Şifalı Gücü (The Sleep Solution) — Christopher Winter
- Yaşamını Tasarla (Designing Your Life) — Bill Burnett
- Bullet Journal Metodu (Bullet Journal Method) — Ryder Carroll

Şu anda okuduklarım veya satın aldığım ve bir sonraki okunacaklar listemde olanlar:
- Medyayı Anlamak (Understanding Media) — Marshall McLuhan
Türkçesi bulunmuyor ama kitaptaki önemli konuların derlendiği resimli versiyonu mevcut: https://www.kitapyurdu.com/kitap/medya-mesaji-medya-masajidir-amp-mcluhanin-izinde-medyayi-anlama-kilavuzu/279057.html
- Lurking: How a Person Became a User — Joanne McNeil
- Walden — Henry David Thoreau
- How to Do Nothing: Resisting the Attention Economy — Jenny Odell
- Living in Data: A Citizen's Guide to a Better Information Future — Jer Thorp

]]>
<![CDATA[ Books I Plan to Read in 2021 ]]> https://seyfedd.in/writing/books-i-have-on-my-reading-list-for-2021 5fef1a023175e60f175cb6a0 Sun, 10 Jan 2021 22:33:02 +0300 After a long series of Turkish posts, I've decided to increase the number of English posts. Ones that get good attention will get translated to Turkish.

A quick retrospective of my reading habits in 2020

When the year started, I've set up an ambitious goal of reading 50 books in the year 2020. According to Goodreads, I've completed 16 books. Add the ones I've stopped reading before completion, it's around 30 books. ‌‌‌‌I should admit at this point that book count isn't a good metric. I can fill up the numbers by reading a bunch of short books. Instead, I'm going to set goals based on subjects and series, so I'll have a much more tangible metric when the year 2021 ends.

NOTE: I'm not endorsed by any publisher or author. I've purchased every book  listed here physically.

Here are the books I plan to read this year, grouped by their value:

Becoming a Better Software Developer

As a developer that writes Swift every day, I had a goal of reading more about the language in depth (what happens under the hood). That's why I plan to read these 2 books:

Swift In Depth — Tjeerd in 't Veen

This is a book that aims to teach its reader to write cleaner Swift code. The main reason I bought this was to create a video series on my YouTube channel about avoiding pitfalls on Swift development. I like to see different approaches to teach a subject.

Amazon

Advanced Swift — Chris Eidhof, Ole Begemann, Florian Kugler, and Ben Cohen

This is the book if you want to learn how Swift operates, and how to write more efficient code using Swift. I've started reading this in 2019, but couldn't finish. Then it got updated for Swift 5, and I'll start reading from scratch.

Amazon

objc.io (eBook + Videos)

Thinking in SwiftUI —  Chris Eidhof, Florian Kugler

In addition to Swift, SwiftUI is a new UI framework by Apple. I already released a 20-video long series on iOS Development with SwiftUI (Turkish) on YouTube. Still, SwiftUI is new and different, and some concepts need an in-depth understanding.  This book helps you to get your mind around the concepts used in SwiftUI development. Very curious to read this one.

Amazon

objc.io (eBook + Videos)


Becoming a Better Designer

To become a better designer, one must read all kinds of books. But reading some theory on the practice of design won't hurt.

Learning iOS Design — William van Hecke

Not actually iOS specific, this book tells about designing good software in general. The author was working for the Omni Group, creators of great software company. Started reading the first chapter by December 2020, I'm taking notes all the time.

Amazon

Macintosh Human Interface Guidelines — Apple Computer Inc.

Remember a time Apple was Apple Computer Inc. ? I do. This book is a printed version of the Human Interface Guidelines for the Mac OS System 6. It's a gem for the user experience designer since it tells about the 12 principles of design and how Apple improved the ideas from Xerox's work and made modern computer interaction we use today. I heard that this book is still being taught at universities.

Amazon

Design as Art — Bruno Munari

This is a thought piece by Munari about how we perceive designed objects we user every day.  I tend to read these books about the role of designers and how great designers think about this profession.

Amazon


Books to Live a More Fulfilled Life

I rarely read self-help books, and these are not self-help books.

Art of Doing Science and Engineering: Learning to Learn — Richard Hamring

I've seen this while browsing Stripe Press's website and the premise got me hooked: Why some scientists achieve great things and most others don't. How to aim for greatness. For someone who wants to achieve great things, this book is on the top of my to-read list.

Amazon

Why We Sleep — Matthew Walker

I read this book first by the end of 2019. Started re-reading it by the end of 2020. Life changing book. In my top-10 recommendations list of all time.

Amazon

Rich Dad Poor Dad — Robert T. Kiyosaki

This was recommended to me by a friend. A bestseller on how to approach finances. The mindset of the rich people vs. the poor. I think by the end of it I'll fall into the poor category. Thankfully I'm not poor, but I ain't getting richer :D‌‌

Amazon

12 Rules for Life — Jordan Peterson

I know that Jordan Peterson's thoughts has caused a lot of controversy online. I've watched a few of his lectures online, and his life lessons were very impressive. Bought his book and very eager to read it.

Amazon


Books to Quench my Curiosity

Soul of A New Machine — Tracy Kidder

The way people made computers and software in the 80s was always awe-inspiring to me. No Internet, no Stack Overflow. Yet these engineers built great software and machines. This Pulitzer winning book tells the story of a computer building team in 1981. Also inspired the TV show "Halt and Catch Fire", which is a great show.

Amazon

Uncanny Valley — Anna Wiener

A memoir about how Silicon Valley startups actually operate, written by a non-technical woman who left her job from a book publisher to join a startup. This definition alone made me buy it. Also got many "Book of the Year" awards.

Amazon

Lurking — Joanne McNeil

A research book on how a person became a user by the eyes of the tech companies. Also by MCG books like the one above, also got many awards.

Amazon

Life in Code — Ellen Ullman

As a programmer since the late 70s, the author had seen it all: rise of personal computing, beginning of the popular programming languages of today, and how computers evolved over the years. In the book she looks at the last 20 years of development, and predicts how all these will affect the next years. I also have her other book "Close to the Machine" on my to-read list.

Amazon

The Disappearance of Childhood — Neil Postman

I've found out about Neil Postman through his "HOW TO LIVE THE REST‌‌OF YOUR LIFE" paper, which was mentioned by Austin Kleon. Kleon suggested his books, and these next three books got me interested.

Postman explains how the term childhood was invented, and how the boundary between the childhood and adulthood is eroding via television and media. Written in 1982. Depressing.

Amazon

Technopoly: The Surrender of Culture to Technology — Neil Postman

Embracing new technology without questioning it is a threat to culture and society, Postman claims. Being someone that tries to embrace new technologies, i think I can learn new things from this.

Amazon

Teaching as a Subversive Activity — Neil Postman

With this book Neil Postman questions the current state of education, how a better model can be implemented to teach kids "learning to learn". As a teacher myself (teaching programming through YouTube is teaching, okay?), this was an instant purchase.

Amazon

Meditations — Marcus Aurelius

I've seen this book so many times on Goodreads and my Twitter feed, I couldn't resist anymore. I don't know anything about Stoic philosophy besides definition, heard that this is a great introduction.

Amazon

Thinking, Fast & Slow — Daniel Kahneman

Famous for being the book most people stop reading after 10-15 pages, a friend's suggestion –he finished it!– made me interested. A comprehensive science book on how people think. Same friend claims that a separate book can be written for every page of this book. It's that informative and dense. Will read this at a slow pace.

Amazon

Jerusalem: The Biography — Simon Sebag Montefiore

We all read the news about this holy city Jerusalem when there is conflict. I knew that Jerusalem was always a holy city and a place of interest for multiple parties, so I picked this book to read a story-like history of the city.

Amazon

Small Fry — Lisa Brennan Jobs

Steve Jobs from the eyes of his daughter. Bought this on my last visit to Amsterdam, still in my to-read list.

Amazon

Novelist As A Vocation — Haruki Murakami

I've met Murakami-san with his book "What I Talk About When I Talk About Running" in 2020. This collection of his essays about being a writer will be released in English in 2021, but it's already translated to Turkish from its 2015 Japanese version.


Fiction‌‌

I've started many Sci-Fi and Fantasy series in 2020. I aim to continue reading more sequels.

Foundation and Empire

First book was really good. It was also my introduction to Asimov's writings. I tend to put some space between good fiction books. I think it's time to read the second book.

All three books in one, Amazon

Earthsea:  The Farthest Shore (3rd book)

I plan to read the next Earthsea book during my Earthsea retreat I did last 2 years, in September — up in the mountains somewhere in Turkey, sitting on a chair in the middle of the forest. I do this because I get so immersed in LeGuin's writing. If you liked Harry Potter, than you should read this as its ancestor. Way better than Harry Potter in every aspect.

All books with extras, in one, Amazon

DUNE: Messiah — Frank Herbert (2nd Book)

I read DUNE in 2020. I will keep reading them until the last book Frank Herbert wrote. The world keeps sucking me in.

All DUNE books as a bundle, Amazon

Wheel of Time: The Great Hunt — Robert Jordan (2nd book)

I aim to make this year which I seriously progressed reading this series. I have all 15 books on my shelf and I still couldn't start the second book. I know that the series find its tone starting the 4th book (after 3000 pages lol), I hope I can make it to the 4th book before 2022.

First three book bundle (i like the 90s paperback covers but they are hard to find)

His Dark Materials: The Subtle Knife — Philip Pullman (2nd book)

When I learned that the TV show was coming out, I read the first book. Great character work, a magical world that coexists with our world, good pacing. Also recommended if you liked Harry Potter.

All series bundle, Amazon

The Book of Dust: The Secret Commonwealth

I was on a book hunt when I saw Philip Pullman's (author of His Dark Materials) video on Book of Dust. He said that these books weren't prequels or sequels to His Dark Materials, but an equal. That got me interested and I read the first book alongside Goldan Compass. Lots of spoilers about Lyra's past, but since the second book came out, I'll read the second Book of Dust after reading the Subtle Knife.

Amazon


A lot of people think that software developers mostly read about…well, software. Reading about the craft is important but any creative field would benefit from reading on different subjects. I hope this list made you add at least one book to your to-read list. I frequently update my Goodreads list, you can also follow me from there.

]]>
<![CDATA[ Çok Satan Ürün Yapma Klavuzu: Bir Apple Retrospektifi ]]> https://seyfedd.in/writing/cok-satan-urun-yapma-klavuzu-bir-apple-retrospektifi 5e77d79818fe69329163236d Thu, 23 Apr 2020 10:30:00 +0300 Steve Jobs Apple’a ikinci kez CEO olarak geri döndüğünde Apple’ı dünyanın en değerli şirketi haline getiren yolculuk başlamıştı. iMac - iPod - iPhone sürecini çoğumuz biliyoruz. Bu ürünlerle birlikte uyguladıkları strateji ise pek bilinmiyor. Batmanın eşiğindeki bir şirketi 10 senede en değerli şirketlerden biri haline getirmek yalnızca iyi ürün yaparak olmuyor. Çok iyi ürüne sahip olmasına rağmen insanlara ulaşamayan firmaların kapanmalarını hatırlıyoruz.

Bir ürünü ne sattırır? Ya da şöyle diyelim: İnsanlar bir ürünü hangi sebeplerle alır? Bu soruyu Apple'ın 1997 yılından itibaren yaptıkları üzerinden cevaplayayım.

İnsanlar bir ürünü hangi kriterlere göre alır?

Müşterilerin bir ürünü satın alma kararını etkileyen 7 ana kriter var. Bunlar:

  • Fiyat
  • Erişim Kolaylığı
  • Tasarım
  • Menşei
  • Etik
  • Müşteri Desteği
  • Sosyal Etki

Bu kriterlerin önemi kişiden kişiye değişiklik gösteriyor. Müşterilerin çoğunluğu için fiyat en önemli şeydir, kimisi fiyata değil tasarıma, işleve bakar. Bazıları için ürünün etik bir şekilde üretilmesi en önemli şeydir. Kimisi ürün kendi ülkesinde üretildiyse onu tercih eder, başkaları müşteri desteği en iyisi olsun ister. Ünlü birisi kullanıyor diye bir saate talip olan çok olur (sosyal etki), fakat Amerika’dan getirtecek kimse bulamadığından bulundukları ülkedeki bir alternatife yönelirler (erişim kolaylığı).

Steve Jobs 1997’de Apple’a geri döndüğünde şirketi kurtarmak ve bilgisayarları satabilmek için bu 7 alanda son derece agresif ve akılcı bir politika izledi. Fiyat alanından başlıyoruz.

Fiyat

Apple bilgisayarların içerdikleri donanıma göre pahalı olduğu bir gerçek. Fakat 1990’lı yıllarda Apple ürünleri aşırı pahalıydı. Bunun bir numaralı sebebi Apple’ın maliyet hesabı yapamamasıydı. 50’den fazla tedarikçiden parça alıyorlardı ve o dönem parça fiyatları çok dalgalı bir şekilde ilerliyordu. Bir ay 30 dolar olan RAM modülü sonraki ay 60 dolar olabiliyordu. Bu da bilgisayarın net fiyatını hesaplamayı imkansız kılıyordu. Apple da bu değişken fiyatlara ciddi bir kâr marjı uygulayarak fiyatları yüksek tutuyordu.

Bu problemi ve dahasını çözmek için Compaq’tan Tim Cook’u transfer ettiler ve global operasyonun başına koydular. Cook önce tedarikçi sayısını 5’in altına indirdi. Artık ürünler farklı ülkelerden değil 2-3 ülkeden Çin’deki fabrikaya gidiyordu. Ayrıca tek tedarikçiden birden fazla parça alındığı için toplu ihalelerde fiyat düşmüştü. Parça fiyatlarında sabit fiyat anlaşması yaptılar. Örnek veriyorum, RAM modülü için 45 dolarda anlaştılar, global fiyatlar 30 da 60 da olsa Apple’ın ödeyeceği fiyat sabitti. [1]

Bu da Apple’ın ürettiği bilgisayarların maliyetini kesin olarak bilmesini sağladı. Zamanla Mac fiyatları daha normal seviyelere indi. Satışlar arttıkça fiyatlar biraz daha düştü. Kaliteden ödün vermeden maliyeti düşürecek iyileştirmeler yaptılar (örn. ürünlerin kutu tasarımını küçültmek bir kargo uçağına daha fazla bilgisayarın sığmasını sağladı)

Tim Cook’un o dönemde çok sıkı pazarlık yaptığını ve Apple’ın başarısında büyük rol sahibi olduğunu biliyoruz. Kendisini CEO yapan da operasyon alanındaki başarıları oldu.

Erişim Kolaylığı (Convenience)

İkinci kriter de bir ürünü satın alma kolaylığıdır. Satın alma sırasında yaşadığınız sıkıntılar ne kadar az olursa satışın gerçekleşme ihtimali o kadar fazla olur. Ben mesela, 900m ötedeki mandıranın yerine apartmanın altındaki marketin yoğurdunu tercih ediyorum çünkü ötekine yürümem ve geri dönmem gerekiyor.

1990’ların sonuna dönelim. Bu yıllarda bir Mac’i görerek almak isterseniz Best Buy, ComputerWorld gibi büyük elektronik mağazalarına gitmeniz gerekiyordu. Bu mağazalarda Mac kısmı 15 sıra PC reyonunun en arkasında mağazanın öteki ucunda olur, fişi takılı olmayan bir tane Mac olur ve tüm aksesuarlar ve yazılımlar cam dolabın içinde kilitli dururdu.

Reyona yaklaştığınızda mağaza görevlisi gelir, sizi daha ucuza, daha güçlü bir PC almak için ikna etmeye çalışırdı. Apple’ın bu satış deneyimi üzerinde hiç etkisi yoktu.

Apple mağazaları bu fiziksel deneyimi tamamen yeniden inşa etmek için yapıldı. Önce web sitesini iyileştirdiler. Sipariş verme ve ürün tanıtımları özellikleri yeniden tasarlandı.

2000 yılında Target mağazalarının direktörü olan Ron Johnson işe alındı. Tüm satın alma deneyimi tasarlandı ve basitleştirildi. Bugün Apple mağazalarında yaşadığımız deneyimin temelleri orada atıldı.

İlk olarak 2001 yılında Virginia ve California’da iki mağaza açıldı[2]. 2001 yılı bittiğinde Apple’ın 25. mağazası açılmıştı. Sonraki 5 yıl içinde Amerika ve dünyada açılacak Apple mağazalarının planlaması baştan yapıldı. Mağazaların hangi şehirlere göre hangi cadde ve bölgede açılacağı bile planlanmıştı.

Apple ürünleri ile alakalı her şeyi tek bir yerde bulabiliyordunuz. Tüm bilgisayarları özgürce deneyebiliyor, yazılımları test edebiliyordunuz.

Tasarım

Tasarım denince aklınıza estetik olarak görünüşü gelmesin. O da var elbette. Fakat bu konuda sıkça anlatılan bir hikaye var: Jobs göreve geldiğinde tüm ürün ekiplerini sırayla dinlemek istemiş. Apple’ın o kadar fazla modeli varmış ki, bir yerden sonra "bu nasıl iş" diyerek tahtaya bir artı çizmiş.

Onlarca modelden 4 farklı ihtiyaca yönelik bir ürün yelpazesi oluşturan Jobs, müşterilerin karar vermesini kolaylaştırmış. İnsanların seçenek arttığında karar verme ihtimallerinin azaldığı psikolojik bir gerçek.

Ev kullanıcısı mısın? Masaüstü mü olsun? iMac.
İş için mi kullanacaksın? Taşınabilir olsun mu? Powerbook.

Tasarım ekibine de odaklanacakları tek bir ürün vermiş: iMac. İlk olarak iMac yapılacak, sonra diğerleri, sırayla. Bu da aynı anda çeşitli ürünler tasarlamaya çalışan tasarım ekibinin çok daha rafine bir iş çıkartmasına sebep oldu.

Apple ürünlerinin tasarımını anlatmama gerek yok sanırım. Ekipten Jonathan Ive’a liderlik vererek tasarım konusunda yeniden öncü olacak şirketin temelini atmış.

Menşei

Bir ürünün üretildiği ülkenin kalite algısına yaptığı etki malum. Ek olarak bazı milletlerde milliyetçilik de satın alma kararlarını etkiliyor. Örneğin Japonya'da Sony Playstation ve Nintendo satış rekorları kırarken Xbox geçen hafta sadece 45 adet satmış.

Apple ürünlerinin arkasında şu yazar:

Designed by Apple in California. Assembled in China. (Apple tarafından California’da tasarlandı. Çin’de birleştirildi.)

Çin’de üretilen bir ürünün Çin’de yapılmadığı izlenimi ancak bu kadar verilirdi.

Etik

Her ürün tanıtımından sonra Apple bir çevrecilik listesi yayınlıyor:

iPad Çevrecilik Listesi
iPod zamanından beri yapıyorlar bunu. Kaynak: webtrickz.com

iPhone sonrası özellikle Çin’deki üretim tesislerindeki çalışanların koşulları konusunda itibarı sarsılsa da, geri dönüşüm ve çevrecilik konusunda sürekli iyi bir intiba bırakmaya çalıştıkları kesin. MacBook Air’ları geri dönüştürülmüş aluminyumdan yapıyorlar, 8 saniyede iPhone’u tüm parçalarına ayırabilen robotları var, tüm veri merkezleri güneş enerjisi ile çalışıyor vs. Yazının konusu 1998-2002 arasında yapılanlar olduğu için hızlı geçiyorum.

Müşteri Desteği

Müşteri desteği konusunda Apple her zaman iyiydi. Apple ürünleri için bir sigorta paketi olan AppleCare ilk olarak 1982’de başlamıştı ve hala devam ediyor. [3]

Fakat kullanıcıların bir çoğu bilgisayar konusunda uzman değil ve bir aksaklıkla karşılaştıklarında yardıma ihtiyaçları oluyor. Apple mağazalarının bir etkisi de burada oldu. Yukarıdaki Steve Jobs tanıtım videosunda Genius Bar’ı nasıl anlattığına bakın. Eğer çözemediğiniz bir durum olursa Genius Bar’da size yardımcı olacak insanlar var. Onlar da çözemezse arkalarında kırmızı bir telefon var, o telefon direkt Cupertino’daki merkeze bağlı. Burada şu mesajı veriyor: cihazınızla ilgili bir sorun yaşarsanız, mağazada kesin olarak çözüyoruz. Potansiyel müşteriye bu güveni vermesi çok önemli.

Apple mağazasına bozuk cihazınızı götürdüğünüzde, değişmesi gerekiyorsa yenisiyle değiştiriyorlar. En azından iPhone’lar yaygınlaşana kadar böyleydi.

Yakın zamanda mağazalarda ürünlerin kullanımına dair eğitimler de vermeye başladılar. Bilgisayardan anlamayan insanlar için bunun ne kadar önemli olduğunun farkında değiliz. Bir çok insanın Apple’ı tercih etmesinin altında müşterinin her zaman memnuniyetine yönelik olması yatıyor.

Sosyal Etki

iMac’in çıktığı dönemlerde Mac bilgisayarları genellikle tasarımcılar ve sanatçılar kullanıyordu. Apple kendi ürünlerini kullanan ünlülerle işbirliği yaparak bunu insanlara her fırsatta göstermeye çalıştı. iPod’un çıkışı sonrasında her Apple canlı duyurusunun sonunda Coldplay, Norah Jones, KT Tunstall gibi o dönemlerin büyük isimleri sahne aldılar. Aynı zamanda Hollywood filmlerine sponsor olarak film yıldızlarının Apple kullanırken görüntülenmelerini sağladılar. [4]

Legally Blonde filminden bir kare.

Bugün reklam filmlerinde Taylor Swift’i oynatmaya kadar gelen bu strateji insanlarda “Coldplay’in kullandığı bilgisayarı alacağım”, ya da “Taylor Swift’in dinlediği kulaklığı kullanıyorum.” izlenimini uyandırdı. Reklamlarda ünlü oynatma çok klişe bir pazarlama taktiğidir, ancak Apple bunu etkinliklerden sonra veya subliminal şekilde, reklam olduğu algısını vermeden yapmanın yollarını aradı.

Elbette örnekleri arttırabiliriz, Apple’ın başarısının altında bu saydıklarımdan çok daha fazlası var. Her konuda işin ehlini işe almak, yol haritasını yeniden çizmek, gerektiğinde çok radikal, konfor alanını bozacak kararlar almak Steve Jobs’un meşhur olmasını sağlayan vasıflar. Fakat onun da hayatın sillesini yediğini unutmayalım. Özellikle NeXT döneminde yaptığı hatalardan ders çıkarması bu başarılı dönemi getirdi. NeXT dönemini en iyi anlatan da Becoming Steve Jobs (Türkçesi: Steve Jobs Olmak — Timaş Yayınları) kitabıdır. Merak edenlere tavsiye ederim.

Siz de bir ürün yaparken bu 7 kriteri aklınızda bulundurun. Sadece iyi bir ürün yapmak yetmiyor, rakiplerinizin önüne geçmek için bütün bu başlıklarda çalışmak gerekiyor. Bu kriterleri oyun konsolu savaşları üzerinden anlatacağım başka bir yazı daha yazıyorum. Playstation 5 ve Xbox Series X çekişmesi koronavirüs sebebiyle biraz gölgelendi fakat benim ilgiyle takip ettiğim ve çok şey öğrendiğim bir pazarlama savaşı oluyor. Microsoft mevcut nesilde aldığı ağır yenilgi sonrası bu yazıda anlattığıma benzer bir strateji takip ediyor.

Bu blog için hazırladığım ve yayınlanmayı bekleyen yazılar var. Haberdar olmak için RSS feed’ime abone olmayı ya da Twitter’dan takip etmeyi unutmayın.


    Dipnotlar & Referanslar

  1. "Yıl bazlı global RAM fiyatları Kaynak

  2. "Apple to Open 25 Retail Stores in 2001 Kaynak

  3. "Apple Timeline 1981-1985 Kaynak

  4. "12 Excellent Examples Of How Apple Product Placements Rule Hollywood Kaynak

]]>
<![CDATA[ Kahve Pahalı Olmalı ]]> https://seyfedd.in/writing/kahve-uzerine 5e6115958bc254418d642e96 Fri, 06 Mar 2020 15:18:05 +0300 Günümüzde kahve çok yüksek miktarlarda tüketiliyor. İnsanların çoğunda "kahve içmeden ayılamıyorum" inancı oluştu. Bu kadar çok içilen bir meyve suyuna ne kadar güvenebiliriz?

Bu kadar çok tüketilen bir meyvenin tedariği konusunda hiç düşündünüz mü? Sizce dünyada bu talebi karşılayacak kadar kahve ağacı var mı? Elbette var, ama her sabah içtiğiniz kahve sizi yavaşça öldürüyor olabilir.

Öncelikle kahvenin nasıl yetiştiğine bir bakalım. Kahve ağacı yüksekte, iyi yağış alan yerlerde yetişir. Bu yüzden yüksek dağların ve iklimin uygun olduğu ülkeler, kahve konusunda isim yapmıştır (Kenya, Kolombiya, Etiyopya, Brezilya, ve daha nicesi).

Geçmişte bir noktada, kahveye olan talep arttıkça, dünyadaki kahve çiftlikleri bu talebi karşılayamaz hale geldi. Ve her büyük endüstride olduğu gibi, arzı sabit tutmak yerine alçak bölgelere de kahve ağaçları ekilmeye başlandı. Bu sayede kahvenin fiyatı artmamış oldu. Fakat bu alçak bölgelerde böcek sorunu var.

Ağaçlara pestisit (böcek ilacı) sürülmesi gerekiyor. Kahve ise etrafındaki tüm maddeleri emen bir meyve ve haliyle bu böcek ilacı da kahvelere etki ediyor.

Türk kahveleri de maalesef bu ucuz kahvelerden yapılıyor.

Ayrıca aromayı öldürmek ve tüm dünyada aynı standartı sunabilmek için global kahve zincirleri kahveyi aşırı fazla kavurarak yakıyorlar. Fazla yanık çekirdeklerin kanserojen olup olmadığı tartışılıyor.

Suda çözünebilir granül kahveler zaten kahve değil. Gerçek kahve suda çözünmez.

Ne yapalım? Kahve içmeyelim mi?

Yapılması gereken belli. Bir yerden kahve içmeden önce, kahvenin kaynağını sormak gerek. Tam olarak nerede yetişmiş, nereden geliyor, nasıl bir rakımda yetişmiş? Bu sorulara cevap veremiyorlarsa, oradan kahve içmemeye gayret edin.

Bu sorulara net cevaplar verebilen kahve dükkanları var Türkiye'de ve kalite olarak dünya ile yarışacak seviyedeler. Kahveyi çiğ olarak yetiştirildiği ülkeden getiriyorlar ve burada kavuruyorlar. Kahveyi doğru kavurmak oldukça zor ve ustalık gerektiriyor. Bu konuda da oldukça iyiyiz.

Tabi buralarda çekirdek kahvenin normalden pahalı olduğunu söylemem gerekir. Son yıllarda dövizin artışıyla birlikte fiyatlar 250gr çekirdek kahve için 45-70₺ arasında. Kahvelerin kalitesini ve çeşidini gösteren notlandırma kriterleri var, bu kriterleri başka bir yazıda anlatacağım.

İşte bu yüzden maalesef kahve pahalı bir içecek olmalı.

Gidilebilecek Kahve Dükkanları

Türkiye'de bana göre en iyi kahve dükkanları şunlar:

Montag

Kahvenin kalitesini ve lezzetini her şeyden önceye koyan bir yer Montag. Kadıköy ve Bomonti'de şubeleri var. Yakın zamanda Moda'da Espresso Bar açtılar. Evde içtiğim kahveler çoğunlukla Montag'dan oluyor. Website

Montag Kadıköy
Montag Kadıköy | Kaynak: montagcoffee.com

Petra

Türkiye'de kaliteli kahveyi ilk olarak deneyimlediğim yer Petra. Gayrettepe'de merkezleri. Levent, Maslak, Nişantaşı, Bebek'te şubeleri var. Sebebini bilmiyorum ama hep Avrupa yakasında dükkan açıyorlar. Birçok yere de kahve tedariği yapıyorlar. Website

Petra Gayrettepe HQ
Petra Gayrettepe HQ | Kaynak: keyifname.com

Kronotrop

Yıllar önce, Cihangir'deki küçük dükkana sık sık giderdim. Kaliteli kahvenin öncülerinden. Daha sonra birkaç defa el değiştirdi. Halen daha son derece lezzetli kahveler yapıyorlar. Türkiye'de bir çok yerde şubelerini bulabilirsiniz.

Kronotrop Cihangir
Kronotrop Cihangir | Kaynak: oldmag.net

Probador Collectiva

Kronotrop'un kurucusunun açtığı dükkan. Cihangir Tophane arasında bir yerde. Uzun zamandır gitmedim ancak hala daha çok kaliteli kahveler yaptığını duyuyorum. Güzel ekipmanlar da satıyorlar. Websitesi

Probador Collectiva
Probador Collectiva | Kaynak: probadorcollectiva.com

Bu mekanlara gidip bir çekirdek çeşidi seçin ve demleme usulü ile filtre kahve sipariş edin. Her yerde bulunan filtre kahveden çok farklı olduğunu fark edeceksiniz. Ben şahsen iyi kahveyi tattıktan sonra bu mekanlar dışında kahve içemez oldum.

Evde kahve demleme ve doğru ekipman ile ilgili ayrı bir yazı yazacağım. Şimdilik sadece French Press'in doğru bir yöntem olmadığını belirtsem yeterli. Konu hakkında Collected Coffee'nin güzel rehberleri var: https://collectedcoffee.com/blogs/learn

]]>
<![CDATA[ Medium Hakkında… ]]> https://seyfedd.in/writing/medium-hakkinda 5df5fbeca39581331f8bb02f Sun, 15 Dec 2019 12:57:38 +0300 Son aylarda eğer tıkladığım bir makale Medium'u açıyorsa anında kapatıyorum. Sebebi okuyucudan ücret istemeleri değil, bunu çok agresif bir şekilde yapmaları.


Yanlış anlamayın, Medium'un para istemesinden daha doğal bir şey olamaz. Bence her servis sağlayıcısı ücret talep etmeli, sosyal medya servisleri de dahil (böyle bir düzenin dünyayı nasıl değiştireceğini de çok merak ediyorum açıkçası).

Eskiden Medium ücretli üyesiydim. Aylık 5 dolar ödüyordum. Ancak o zaman ücret ödemek tamamen opsiyoneldi. Medium bana kaliteli bir içerik editörü ve yazılarımı, normalde okumayacak binlerce insana sunma imkanı tanıyordu. Bunu ücretli yapmasa bile ben ödemeye razıydım. Bence Medium'da yazı yazmak ücretli olmalıydı.

Bu servisi ve yazılımı satmak yerine, okuyucudan ücret istemeyi seçtiler. Zaten birbirinin kopyası binlerce yazı ile çöplüğe dönmüş içerik havuzunu ücret karşılığı satmaya kalkınca Medium benim için değersiz bir yer haline geldi.

Doğrusu yazarlara servisi satmak ile beraber, yazarlara abone olma özelliği getirmek olabilirdi. Çok sevdiğiniz bir yazarın yazılarına, yazarın belirlediği aylık bir ücretle abone olabilme imkanı daha güzel olurdu. Medium bu ücretlerden komisyon alarak belki daha az kazanacaktı ancak şimdiki okuyucu kaybı da yaşanmayacaktı.

Benim de bu blogda kullandığım Ghost, benzer özelliği yakın zamanında kullanıma açtı. Aylık üyelik modelini 2-3 tıkla ayarlayabiliyor ve bazı yazılarımı bu ücreti ödeyen okuyucularıma özel hale getirebiliyorum.

Elbette bu özelliği kullanmayacağım ancak yazı yazarak geçimini sağlamak isteyenler için harika bir özellik.

Medium'u terk ettiğim için pişman değilim. Başta okunma sayılarımın az olacağını düşünüyordum, yanılmışım. SwiftUI Öğrenirken yazısını yaklaşık 1000 kişi tarafından okunmuş. Elbette Medium'da olan "Nasıl Sakal Uzatılır" yazım kadar (şu an itibarı ile 26 bin okunması var) olabilir mi bilmiyorum. Gerçi bu rakamın 25 bin kadarı Google'dan gelmiş (başlığın Google araması şeklinde olması büyük rol oynadı diye düşünüyorum).

Son olarak yazıyı buraya kadar okuyanlara bir sorum olacak: Sizce blog yazılarının altına yorum alanı koymalı mıyım? Yoksa yazı ile ilgili Twitter'dan etkileşime mi geçmek istersiniz? Aşağıdaki anketten fikirlerinizi belirtebilirsiniz:

]]>
<![CDATA[ This website is late ]]> https://seyfedd.in/writing/this-website-is-late 5cec50bf058f1b5338cf6ca9 Wed, 17 Jul 2019 15:08:12 +0300 This website is late, and I'm sorry.

I've been planning to make a personal website for years. And I made a few. They were all put to death before seeing the light of a blinking server LED. Poor children.

Always wanted a place on the web to write. A place where I can share things I discovered programming, books I enjoyed and projects I've worked on. Also a place to share general knowledge like how to groom a beard (24k people read my medium post about beards), or why coffee must be expensive.

Despite reading Austin Kleon's "Share Your Work!" multiple times, I just couldn't do it. After paying many unnecessary server bills over time, I finally decided to go for it.

This website has my writing, links to my talks, and books I enjoyed. Content will be either English or Turkish. If you're interested, don't forget to subscribe and tell it to your friends.

Welcome dear reader, and thanks for reading until here.

]]>
<![CDATA[ Modern Çağın Laneti: Instant Gratification ]]> https://seyfedd.in/writing/modern-cagin-laneti-instant-gratification 5e6634628bc254418d643046 Sun, 28 Jun 2020 14:41:00 +0300 En son ne zaman bir müzik albümünün çıkışını aylarca beklediniz? Ya da bir bilgisayar oyununun devamının geleceğini öğrendiğinizde geceleri hayalini kurarak uydunuz?

Bundan 2-3 sene kadar önce, yıllardır yeni çıkan bir albüm için heyecanlanmadığımı fark ettim. Eskiden böyle miydi? İlk defa Camel — Mirage albümünü dinlediğim günü hatırlıyorum. Ya da Dream Theater — Octavarium albümü için gün saydığımı, çıktığı gün müzik markete gidişimi, ilk dinlediğim andaki heyecanı unutamıyorum. Bu heyecanı sadece müzikte değil, oyunlarda, kitaplarda, filmlerde de yaşıyordum.

Peki ne değişti de bunu kaybettim? Belki büyüdüğüm içindi; yetişkinliğin getirdiği sorumluluk bu çocukça duyguları benden uzaklaştırmıştı. Belki de üretilen eserler eskisi kadar kaliteli değillerdi.

Yıllar sonra sebebini öğrendim: Bugün insanların büyük çoğunluğunun yaşadığı, adeta bir lanet gibi bizi bırakmayan bir durumdu bu. Her şeye erişimin çok kolay olması.

Yabancılar bu kavrama Instant Gratification diyor. İstediğin şeye anında ulaşabilme. Bugün bir film seyretmek istediğimizde  dakikalar içerisinde binlerce film arasından seçip anında seyredebiliyoruz. Bir albümü neredeyse hiç efor sarf etmeden anında dinleyebiliyoruz, ve bu anında ulaşım, o eserin zihnimizdeki değerini düşürüyor. Sabırsızlaşıyoruz. Bir müzik grubunun aylarca üzerinde çalıştığı bir albüm bizim için iki tane tık’a indirgeniyor. 1200 kişinin çalıştığı bir film projesi bir google araması kadar basitleşiyor.

Bu konunun gerçekten beni etkileyip etkilemediğini merak ettiğim için rutinlerimde bazı değişiklikler yapmaya karar verdim. Efor ya da para harcamadığım durumları tersine çevirmeye çalıştım. Instant Gratification’ın en bariz etkisini oyunlarda görüyordum. Steam’de indirimlerden 3-5 liraya aldığım oyunları hiç oynamadığımı fark ettim. Buna karşılık 300-400 lira verdiğim oyunları sonuna kadar, %100 tamamlamaya ulaşarak bitiriyordum.

İlk olarak indirimlerden oyun almayı bıraktım. Senede 8-10 oyun oynamaya başladım ancak aldığım keyif ciddi anlamda arttı.

Kitaplar için de, eğer kitapçıda bulabiliyorsam gidip dükkandan alıyorum (mümkünse butik kitapçılar). Bulamıyorsam Book Depository, Amazon gibi yerlerden sipariş veriyorum.

Müzik dinlerken de dijital servislerde yeni müzik dinlemeyi bıraktım. Sadece bildiğim, eskiden dinlediğim albümleri dinliyorum. Yeni müzik için İstanbul’daki bazı plakçıları geziyorum, ya da sevdiğim bir grubun yeni çıkacak bir albümüyse Amazon’dan sipariş veriyorum. O albüm gelene kadarki bekleyiş, geldiğinde duyduğum heyecan o eskiden yaşadıklarımla aynı. Albümü ilk defa, tamamen albüme odaklanarak dinlemek müthiş bir keyif. Elbette ayda 1-2 plak alabildiğimden aynı albüm günlerce, haftalarca dinleniyor. Her dinlemede yeni şeyler keşfediliyor, albümün değeri artıyor. Kod yazarken arkada çalarken çıkartamayacağınız anlamları çıkartıyorsunuz.

Oğlum 2 yaşına geldiğinden bu yana artık albümleri beraber dinliyoruz. Onun da bir esere verilen emeği anlamasını, bir şeye ulaşmak için emek harcanırsa o şeyden alınan hazzın artacağını bilmesini istiyorum. Bugünkü çocukların sabırsız olmasının sebeplerinden biri bu, her şeye anında erişebiliyorlar. Bu da onları hazımsız yapıyor. Bir şeyi elde etmek için emek harcamak gerektiğini bilmeliler.

Bütün bunları yapmak, mevcut konfordan uzaklaşmak zor oldu elbette. Fakat sonuçları görünce aynı şekilde devam ettim. Bugün bir çok şeyden eskisi gibi keyif alıyorum. Bir fincan kahve yapmam 15 dakika sürüyor. Çekirdeği bizzat gidip dükkandan alıyorum. Kendim öğütüyorum, suyu ocakta yavaş yavaş ısıtıyorum. Elle, kontrol ederek, ölçerek, sabırla demliyorum.

Haftada 3-4 defa kahve içiyorum, tadını çıkartarak, acele etmeden. O hafta almaya gidememişsem içmiyorum.

Hayat bu şekilde daha güzel.

]]>
<![CDATA[ NSIstanbul'un Hikayesi ]]> https://seyfedd.in/writing/nsistanbulun-hikayesi 5e66344c8bc254418d643042 Wed, 06 May 2020 11:13:45 +0300 Bu hikayenin anlatılma zamanı geldi.

Bugün Türkiye'deki kalabalık yazılım topluluklarından biri olan NSIstanbul'un nasıl ve neden kurulduğunu, yolda karşımıza çıkan engelleri ve asıl büyümeyi ne zaman yakaladığını anlatmamın yeni bir topluluk kurmak isteyenlere faydalı olacağını düşünüyorum.

Kuruluş

Yıl 2012. iOS Geliştirme konusunda bir çaylak olarak kendimi geliştirmeye çalışıyorum. Konferanslara gidiyorum, insanlarla tanışıyorum, Twitter’da onlarca yazılımcı takip ediyorum. Bu çaba beni o dönem tek iOS geliştirme topluluğu olan Cocoaist’ten haberdar olma ve o topluluğun organizasyon ekibinin içinde yer edinmeme yol açıyor.

Fakat hoşuma gitmeyen bir şeyler var. Birincisi, topluluk bir şirket tarafından organize ediliyor (Hipo). Bütün etkinlikler bu şirketin ofisinde gerçekleşiyor. İkincisi etkinlikler düzenli yapılmıyor, her seferinde bu şirkettekilerin insiyatifi (gaza gelmesi) ile bir etkinlik yapılıyor. Üçüncüsü de topluluğun, toplumun her kesimine hitap etmeyen bir yapıda olması. Bu sonuncusu benim hissettiğim bir durum, belki de böyle değildir.

Bütün bunları başka bir topluluğu karalamak amacıyla anlatmıyorum. Cocoaist özellikle sonraki yıllarda müthiş işler yaptı. Hikayedeki kırılma anlarını anlatabilmem için o dönem hissettiklerimi anlatmam gerekiyor.

Yurtdışında takip ettiğim topluluklardan farklı bir ortam var ve Cocoaist’in de bu yapıda olmasını istiyorum. Özeleştiri yapacak olursam, o dönemde bu yapının düzelmesi konusunda pasif davranmış olabilirim. Buna bir sebep aramaya kalkarsam, daha önce organize etmiş olduğum benzer bir topluluğun (Rails Istanbul) aynı hataları yapıp en sonunda kapanışı ile Cocoaist’i aynı çizgide görmüş olmamı gösterebilirim.

Ve bütün bu düşüncelere rağmen yeni bir topluluk kurmak aklımın ucundan geçmedi.

Biraz ileriye, 26 Ekim 2013 tarihine gidelim. Kod.io 2013 konferansında, AFNetworking ve Alamofire’ı yazan Mattt Thompson’ı davet etmişiz. After party sonrası Mattt’i oteline bırakırken bana İstanbul’daki toplulukları sordu. Ben de o zaman düşündüklerimi anlattım.

“Neden yeni bir topluluk kurmuyorsun?” diye sordu.

“Zaten bir tane var, gerek var mı?” dedim.

“Gerekirse 5 tane de olur, madem beğenmiyorsun, kendi topluluğunu kur.”

“Hmm, CocoaHeads Istanbul kursak fena olmaz aslında.”

“Boşver Cocoaheads’i, oraya dinazorlar gidiyor. NSMeetup var San Francisco’da, çok güzel işler yapıyorlar. Londra’da da NSLondon var, onun organizatörü ile seni bir görüştüreyim, siz de NSIstanbul olarak onların partner topluluğu olursunuz.”

O gece Harbiye’den Taksim’e yürürken bu konuyu düşündüm ve karar verdim.

Gerçekten de 3 gün sonra Mattt’ten bir tanışma maili geldi ve NSLondon’ın organizatörü Daniel ile bir Skype görüşmesi yaptık. Bana tüm yapıyı anlattı ve cross-marketing yapma konusunda anlaştık.

Yeni bir topluluk kuracağımı dostlarım İlter Cengiz ve Mert Dümenci’ye söyledim. Ve birlikte topluluğu kurmuş olduk. Daha sonra Said Özcan ve Meryem Ekinci de ekibe dahil oldular. Hepsi aynı anda da dahil olmuş olabilir, tam olarak hatırlamıyorum o dönemi :)

İlk Zamanlar ve Duraklama

Kurulduğumuzu ve Suma Han’daki ilk etkinliğimizi duyurduk. Duyurudan hemen sonra Cocoaist cephesinden bir tepki ile karşılaştık. Bu tartışmaların içeriğini anlatmayacağım elbette, fakat söylenenlere kulak asmadım. Sadece etkinlik yapmaya ve topluluğu yaymaya odaklandım.

İlk etkinliğe yaklaşık 25 kişi geldi. “Yeni bir topluluğa ne gerek vardı” demek için uğrayanlar da vardı, NSIstanbul’a ihtiyaç olduğununu düşünenler de. Bu şekilde düzenli etkinlikler yapmaya devam ettik.

Fakat zamanla toplulukların sıkça karşılaştığı sorunlarla karşılaşmaya başladık. Birincisi, etkinlik mekanı bulmak her ay sıkıntılı oluyordu ve sürekli aynı yerde (ya da şirkette) yapmak istemediğimizden üniversitelerin konferans salonlarında yapmak zorunda kalıyorduk. Bu belirsizlik bazı ayları hatta tek seferde 2-3 ayda atlamamıza sebep oluyordu.

Bu konuya bir açıklama getireyim: Üniversitelerde etkinlik yapmanın büyük dezavantajları var. Katılımcılar etkinliği ciddiye almıyor. Etkinliğe gelen, gelirim diyene oranla çok az oluyor. Kalite algısı düşüyor. En iyi konuşmacıyı da getirseniz, eğer çok popüler birisi değilse katılıma etkisi olmuyor. Haliyle topluluğun insanlar gözünde notu da düşük oluyor.

İkinci problemimiz de iyi olduğunu bildiğimiz yazılımcıların, NSIstanbul’u bilmelerine rağmen etkinliklere hiç katılmamasıydı. Bazı insanlar işten çıkınca tüm işle alakalı mevzuları ofiste bırakmak istiyor sanırım. Bu insanları etkinliklerde konuşturmak için teşvik edemiyorduk. Konuşmacı havuzumuz çok kısıtlıydı. Eğer mekan bulduysak ve konuşmacı yoksa, organizasyon ekibinden bizler konuşma hazırlıyorduk. Bu sebeple benim NSIstanbul’da yapmış olduğum en az 10-12 farklı sunum vardır.

Uzun bir süre konferanslara katılıp gördüğüm her iOS geliştiricisine “NSIstanbul’a gelsene” demek dışında yaptığım bir pazarlama hareketi(!) olamadı.

Bu süreç içerisinde moralimizin çok bozulup bize NSIstanbul’u tasfiye etmeyi düşündüren zamanlar da oldu.

Yükseliş

2016’nın Aralık ayında İsveç’e kardeşimin üniversite işleri için gitmem gerekti. Bu imkanı bir fırsata çevirip CocoaHeads Stockholm’ü organize eden arkadaşım Alek’e mesaj attım. Alek ile 2014 yılında Berlin’deki UIKonf etkinliğinde tanışmıştık ve muhabbetimiz devam ediyordu. Gideceğim tarihte Spotify ofisinde bir etkinlik yapıyorlardı ve tüm biletler tükenmişti. Sağolsun Alek bana bir bilet ayarladı.

John Sundell Spotify'daki yapıyı anlatıyor — CocoaHeads Stockholm, Aralık 2016

Etkinlik sonrasında Alek’e NSIstanbul’un mevzularını anlattım ve bana aynı sıkıntıları kendilerinin de çektiğini ve bunların hepsini şirket sponsorlukları ile çözdüklerini söyledi. Her ay etkinlikleri başka bir şirketin ofisinde yapıyorlardı. Bu sayede hem etkinliklerin algısı artıyordu, hem sponsor firmalar normalde çok arayıp görüşme imkanı bulamayacakları iOS geliştiricilerini kendi ofislerine kadar getirebiliyordu. Bir yandan isterlerse kendi tanıtımlarını da yapıyorlardı.

Döndüğümde aynısını yapmak için kolları sıvadık. Tabi Türkiye’de işler İsveç’teki gibi yürümüyordu. Büyük şirketlerin bizi ciddiye alması için küçük başlamamız gerekiyordu.

Önce İlter’in bir dostunun ofisinde yaptık. Sonra daha büyük bir şirkette. Trendyol’da yeni işe giren bir arkadaştan rica ettik, orada yaptık. Kendi bağlantılarımızı kullanarak iyi bir etkinlik ve sponsor havuzu oluşturduk. 1 sene sonra artık firmalardan teklif gelmeye başladı.

Apple'ın her yıl düzenlediği WWDC etkinliğini de Sahibinden sponsorluğunda eş zamanlı olarak canlı seyrettik. Her yıl bir gelenek halini aldı. Bu etkinliklere ortalama 100 kişi katıldı.

Slack'in yayın hayatına başlamasıyla biz de bir Slack kanalı açarak üyelerimizin bilgi paylaşımı yapabileceği, sorularına cevap bulabileceği bir ortam sağladık.

Bu sıralarda ekibin tamamı yurtdışına taşınma kararı aldı (ben hariç). Ekibe Şule Turp’u dahil ettik. NSIstanbul’un müthiş büyümesinde benden kat kat fazla katkı yaptı, halen daha da yapıyor. Sonradan Ahmet Yalçınkaya ve Alper Sevindik de ekibe dahil oldular. Bütün ekip üyelerinin müthiş katkısı oldu. Hepsine ayrı ayrı teşekkür ediyorum.

Habita etkinliği 2016

Ekip yenilenmesinden sonra Getir, Yemeksepeti, Trendyol, Turkcell, Albayrak, Türk Telekom, Sahibinden gibi büyük firmaların sponsorluğunda etkinlikler yaptık. Talep o kadar artmıştı ki, Turkcell’e “bu ay ve sonraki ay doluyuz, 2 ay sonraya yapsak” dediğimizi hatırlıyorum.

Bu ay ve sonraki ay doluyuz, 2 ay sonraya yapsak?

Bir etkinliğimizde Petra Coffee kahve sponsoru olup kahve standı kurmuştu. Kahve ile yakın muhabbeti olan yazılımcıların, iyi kahve ile tanışmasını amaçlamıştık. Unutamadığım sponsorluklardan biri bu oldu.

Albayrak etkinliğimizde profesyonel bir TV ekibi YouTube üzerinden canlı yayın yaptı. O yayının kalitesine halen daha inanamıyorum. Öyle ki, o yayın bizim üzerimizde ciddi bir baskı yarattı ve ondan sonraki etkinlikleri canlı yayınlamaya çalıştık. Sonraki etkinliklerimizde bize canlı yayın sponsoru olan Biges Engineering şirketine de sonsuz teşekkür ediyorum.

Albayrak Etkinliği

Elbette bir topluluk sadece aydan aya etkinlik yaparak büyümüyor. Etkinliklerin arasındaki sürenin, insanların kaynaşması için fazla uzun olduğu düşüncesi ile haftalık kahve sohbeti etkinliklerini başlattık. Her hafta dönüşümlü olarak Zorlu-Akasya AVM’de iOS geliştiriciler toplanıp muhabbet ediyorduk. Bu etkinliklere verdiği emekten dolayı Alper Sevindik’e de ayrı bir teşekkür etmem gerekir.

Bu sayede birbirini tanıyan kemik bir kitleye sahip olduk ve bu topluluğun bir arada kalması, Slack grubunun aktif olması adına çok önemli bir adım oldu. Birbirlerini tanıyan insanların yardımlaşması çok daha kolay oluyor.

Bütün bu süre boyunca farklı etkinlik formatları denedik. Aklınızda olan, fakat bir türlü yapmaya elinizin varmadığı yan proje, kütüphane, blog yazısı gibi şeyler için bir Pazar gününü ayırdığımız Side Project Sunday bu etkinliklerden biriydi. Geçen senin sonunda da yeni konuşmacıların çıkmasını sağlamak için Açık Mikrofon formatını duyurduk ancak pandemi sebebiyle biraz sekteye uğradı.

Bugün ve Gelecek

Bu hikaye ile birlikte NSIstanbul'un kuruluş ve yükseliş dönemlerini görmüş oldunuz. Asıl bugünden başlayarak gelecekte neler yapacağız? sorusuna cevap vermemiz gerekiyor. Üyelerimiz son zamanlarda etkinliklerin seyrekleştiğini ve ilginin biraz azaldığını hissediyorlar. Ekip olarak bizim isteğimiz ve tutkumuzda bir eksilme olmadığını söylemek isterim.

Bence yükselişin ardından belirli bir doygunluğa ulaşıldı ve topluluk bu duruma alıştı. Bu durumu birçok büyük topluluğun yaşadığını biliyorum.

Konuşmacı bulmakta tekrardan zorlanıyoruz, eskisi gibi mekan sponsoru olmak için başvuran da olmuyor.

Tabiiki NSIstanbul duraklamayacak. Yeni bir döneme girmemiz ve ivmeyi arttırmamız gerek. Pandemi döneminde yaptığımız canlı yayınlar bunun bir örneği. Etkinlik kayıtlarının çok üzerinde bir izlenmesi var canlı yayınların.

Kullandığımız araçları konuştuğumuz ikinci canlı yayınımız

Açık Mikrofon formatına söz verdiğimiz gibi devam edeceğiz. Üyelerimizi konuşma yapmaktan alıkoyan ne kadar etmen varsa ortadan kaldırdığımız bu formatta, küçük bir dinleyici kitlesiyle, konu kısıtlaması olmadan, kusurların göze batmayacağı bir ortam sağlamak istiyoruz. Bu sayede yeni konuşmacılar yetiştirmek ve bu arkadaşlarımızı yurtdışındaki konferanslarda konuşacak seviyeye taşımayı hedefliyoruz.

Aylık buluşmalara aynı şekilde devam edeceğiz. WWDC 2020 ile birlikte konuşacak çok konu olduğunu düşünüyorum. iOS ile alakalı farklı disiplinlerden (Pazarlama, İşletme, Tasarım) konuşmacılar çağırıp NSIstanbul'un kapsamını biraz daha genişletmek istiyoruz.

Side Project Sunday çok fazla talep edilen bir format oldu, ona da devam edeceğiz.

Aklımızda başka etkinlik formatları da var, olgunlaştıkça duyuracağız.

Geleceğin belirsiz olduğu şu günlerde bizler NSIstanbul’un geleceğini hazırlıyoruz.

Takipte kalın.

NSIstanbul Slack: https://slack.nsistanbul.com

NSIstanbul Twitter: https://twitter.com/ns_istanbul

]]>